30 Nisan 2007

Dilemma

Günlerdir hic olmadigi kadar siyasetle ic iceyiz halk olarak. Mine'yle bile "ne var ne yok" muhabbetlerini gectik Turkiye'de neler oldugunu konusuyoruz.

Recep Tayyip Erdogan yapacagini yapti ve Turkiye Cumhuriyeti'ni tekelinde bulundururmus gibi, kimseyi sallamadan Cumhurbaskanligi icin, ABDullah Gul'u onerdi, sanki kendisiyle onun arasinda bir fark varmis gib. (bu kirmizi ile yazilmis kismi da bir gazetede gordum ki bu kadar mi tesaduf olur, alla alla). Annem bu konuya ilginc bir yaklasim getirerek; "yasanacak olaylari kesin sezmisti ve kendi siyasi hayatini zedelememek icin,l Gul'u aday olarak ortaya koymustur, yoksa hic vazgecer mi cumhurbaskanligindan" dedi ki bir bakima hakli da olabilir.

CHP girdi devreye ve kendinden emin muhalefet edalariyla "367"'yi dereye sokarak anayasa mahkemesine tasidilar konuyu. Gerci "matematik profesoru" Bulent Arinc her konuyu cozume kavusturdugu gibi bu "367" meselesini de halletmisti "kendince"...

Tabii "first lady" adayi turbanli olur da ordu devreye girmez mi? Gece yarisi internet yoluyla bir "e-muhtira" veren sayin ordumuz kisaca laikliğin elden gittigi durumlarda demokrasiyi sallamam ayaginizi denk alin dedi.

AKP cephesi n'aapti? Ordu bize bagli diyip restini cekti.

Aaaa tabii butun bunlarin arasinda en onemli seyi soylemeyi unuttum. ABD de aciklama yapti. Karismadan olur mu hic? Butun bu restlesmelerin yaninda tarafsizligini acikladi da biz de rahat bir nefes aldik.
....

Su an sadece beklemedeyiz. Demokrasiye ya yargi mudahale edecek ya da boyle devam ederse ordu ki AKP, MHP ya da ODP kimin iktirdarda oldugu hic farketmez askeri bir mudahale ancak ulkeyi 20 sene oncesine goturmek isteyenlerin savunacagi bir durum olabilir.
TUSIAD en iyi yontemin erken secim oldugunu soyluyor. Tamam erken secim oldu ve hukumeti kurma gorevi Erdogan disinda birine verildi.Kim kurucak peki, Agar mi, Baykal mi, Mumcu mu? AKP gene buyuk bir oy cogunluguyla cikmayacak mi secimden? Gene milletvekili cogunlugunu saglamayacak mi mecliste? Eee kendi arzusu disinda bir aday gosterilirse cumhurbaskanligi icin, bu kez de onlar ret oyu kullanmazlar mi ya da 367'yi bu kez de onlar one surmezler mi?

Bekliyoruz iki ucu boklu Dilemma icin...

28 Nisan 2007

Gabriella Ferri - REMEDIOS

Cok guzel sarki... Ispanyolca bilen biri sozlerini cevirirse minnettar olurum.

Remedios, niña pequeña, chiquita, hermosa, preciosa
Linda niñita quedada así, sentada en la orilla del mar
y las manos llenas de perlas
el sol en tu frente y en la sonrisa
blanca orquidea, alma y paloma
y la alegría, tú cantas consuelo,
tú cantas esperanza, tú cantas remedios,
espera que un día yo pueda decirte:
“te quiero pequeña, chiquita, preciosa,
hermosa, piccola, piccola, piccola, piccola, pico, pico, pico…”
Tu historia, una vez, nos la contó,
dios, tu hermanito con su guitarra,
tú estabas dormida baja la luna,
tú estabas feliz, pequeña Remedios,
espera que un día yo pueda decirte:
“te quiero, pequeña, chiquita, preciosa,
hermos, piccola, piccola, piccola,
piccola, pico, pico, pico…”
El sol en tu frente y en la sonrisa,
blanca orguidea, alma y paloma
y la alegría, tú cantas consuelo,
tú cantas esperanza, tú cantas remedios
espera que un día yo pueda decirte:
“te quiero, pequeña, chiquita, preciosa,
hermos, piccola, piccola, piccola,
piccola, pico, pico, pico…”

And the Oscar Goes to...

Dunku performansimla "en iyi yardimci kadin oyuncu" odulunu kesinlikle hak ediyorum. Bir gun basroldeki kadin oyuncu da olup "en iyi kadin oyuncu adayi" da olabilir miyim? Belki ama yardimci kadin oyuncu da ustume yok. Akademiye duyrulur...


Bir de bir de; Tekirdag artik kimseye haber verilmeden gidilen bir sehir oldu benim icin. Yedekte her an Tekirdag'a gitmek icin yalanlar saklayiniz!!!

Saturno Contro


Sonunda film festivali bitti de ben de festival programinda bulundugu halde, "nasilsa bu vizyona girer" diyip bilet almadigim filmleri izlemeye basladim. Saturno Contro biliyorsunuz, Ferzan Ozpetek'in Hrant Dink'e adadigi filmi ki tam da bir yonetmene yakisacak yad etme yontemi. Biri bana iyi ya da kotu, bir filmini, bir sarkisini ne biliyim kendi yaptigi her hangi bir seyi adasa inanilmaz duygulandirirdi beni. Ben olunce birileri gidip Fatih Akin ile konusabilir mi? Im Juli filmi yeniden vizyona girsin ve filmin basinda "ichi'ye" yazsin olmaz mi?
...

Filme geri donelim; bastan belirtiyim evet filmi begendim. Aslinda boyle ahim sahim bir konusu yok, gorsel efektler zaten Ozpetek adiyla yanyana garip duruyor, ama oldum olasi insani duygularin baskahraman oldugu filmleri sevmisimdir ve hep seviciim.

Film hakkinda hic bir sey okumamistim gitmeden once, o yuzden umdugumdan daha acikli bir senaryoyla karsilastim. Filmin dramatikligi de ilk sahnelerde anlasilmiyor zaten bir anda degisiyor tum kurgu. Antonio'nun beyin kanamasi ile...


Ana karakterimiz Davide; kimse ona karsi koyamiyor, sevgilileri onu terkedemiyor, en yakin arkadasi bile bu yuzden onu kiskaniyor. Ama bu kadar begenilmesi onun kimseyi sevemeyecegi anlamina gelmiyor. O da seviyor hem de cok... Bunu anlatan en guzel sahne de sevgilisi calisirken onu gulen gozlerle seyrettigi kare bence. O kadar icten gulumsuyor ki sevgilisini seyrederken, baska ne nedenle boyle guzel bakabilir bir insan?

Ama bu kadar karsi konulamaz Davide sonunda mutlu mu? Hayir degil! Ayrilik oyle ya da boyle onun da canini acitiyor, hem de cok. İntiharin kenarina gelecek kadar. Ama insan olemiyor iste oyle kolay kolay. Ne olursa olsun yasamsal faaliyetleri surerken bir cozumun bulunabilecegini saniyor.
...
Filmde bir kare var ki tam "empati kurma" oynamacilik. Dusunun simdi, yataktasiniz kocaniz (sevgiliniz vs.) yaninizda, onun yüzü size donuk sizinse sirtiniz ona donuk size sariliyor ve ben asigim diyor. Suratinizda hafif bir gulumseme... Devam ediyor:
-ilk gordugum andan beri ona asigim.
-eminim ki ilk gordugun ani hatirlamiyorsundur
-bizim ofisin karsisindaki barda gormustum.
-yanildin iste biz seninle ilk orda karsilasmamistik.
-O bar kisminda oturuyordu bense masada... (bu kismini cok net hatirlamiyorum uydurdum)
Nası yaa???

Bir de bir soru: Hala aşik oldugunuz eski sevgiliniz bir baskasina asikti ama oluyor. Askiniz, hangi duygunuzu kabartir?
-onun mutlulugu benim mutlulugum onun kederi benim kederim?
-Artik yalnizoldugunua gore "herkesin ikinci bir sansi olmali"
-....???

26 Nisan 2007

Gül'ün Öteki Adı

Bizim Anayasamıza göre başbakanı cumhurbaşkanı atar...
Ama bu defa cumhurbaşkanını başbakan atadı...
Bu ucubenin adı da yine demokrasi...
Hayrünnisa Demir

23 Nisan 2007

Her sey Sende Gizli

yerin seni çektiği kadar ağırsın
kanatların çırpındığı kadar hafif...
kalbinin attığı kadar canlısın
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

sevdiklerin kadar iyisin
nefret ettiklerin kadar kötü...
ne renk olursa olsun kaşın gözün
karşındakinin gördüğüdür rengin...


yaşadıklarını kar sayma:
yaşadığın kadar yakınsın sonuna ne kadar yaşarsan yaşa,
sevdiğin kadardır ömrün...
gülebildiğin kadar mutlusun üzülme
bil ki ağladığın kadar güleceksin

sakın bitti sanma her şeyi, sevdiğin kadar sevileceksin.


güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.


ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin...


işte budur hayat!
işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
bebek ağladığı kadar bebektir


ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin
bunu da öğren, sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel

22 Nisan 2007

Ladino Song'suz Oi Va Voi Dusunulemezdi ki Zaten


Sonunda yaptım; Oi Va Voi'yi canlı dinledim. Hani su an ölsem gözlerim açık gitmem. (yok biraz abarttım)
Konserden cikip hemen eve geldim, cunku albumlerini tekrar dinlemek istiyorum. Artik kim nereyi soyluyor ya da caliyor biliyor olucam. Yasasin!!!

Oncelikle grupta bir tane solist yok. Her sarkida solist degisebiliyor ki zaten klarnetcinin sesi yesterday's mistake soylerken artik gittigi icin, her sarkida solistin degismesi onlarin da isine geliyor bence.
Yesterday's Mistake'i de bu arada severdim ama bu kadar eglenecegim aklima gelmezdi. Klarnetci sagolsun ya. O ne muths sesti oyle.

Grubun yeni albumunun en hit parcasi yuri ve adini da "yuri"yi uygun gordugumuz klavye-saksafoncu soyluyor ama soylerken kiliktan iliga giriyor resmen adam. Hele o gozler, ne siz sorun ne de ben anlatiyim.

Grubun en delisi keman calan kiz ki inanilmaz basariliydi bence tek sina cikip bir solo konser verse de gayet basarili olabilir. Kiz resmen kemana can verdi ve onunla parcalari yasadi. En buyuk ilgi hic kuskususz onaydi.

Yesterday's mistake ile insanlar deli gibi cosmaya basladir ki bunlar thank you thank very much falan dmeeye basladilar ve sahneden indiler. Ama "bis"siz canli performans olr mu? Tabii yeniden sahneye veeee "Refugee" ardindan bir kac sozsuz parca daha ve sonra benim bilmedigim bir baska parca calip uc sarkiyla bu bis'i tamamladilar, ben artik "ladino song"tan iyice umidimi kesmis elimdekiyle yetinmeye calisirken, benim gibi bir grup daha ladino song diye bagirmaya basladilar. Tabii biz de. Babylon calisanlari bile artik cd'den muzik yayinina gecmeye hazirlaniyordu ki bizim alkislarimiz susmayinca ikinci "bis" de geldi. Gene cok eglenceli bir sarkinin ardindan, son sarki hakkimiz oldugunu ve oylama yapmamiz gerektigini soylediler ama oylama yapilan sarkilarin arasina ladino song'u koymadilar. Tabii kalabalik iyice cosmus artik. Ladino song dinlemeden gitmicek. Bunu goren hepsi birbirinden tatlı grup ogeleri mecburen "yo me enamoré de un aire" diyerek girdiler ladino song'a ve benim kalbime...

Ustelik ustelik "yuri" sarkilarinin single cdsini armagan ettiler seyircilerden bir kacina ve bir tanesi de bana geldi(cok mutluyum) Konserden bir de hatira kalmis oldu.

Kaciranlar cok sey kacirdi. Gidenler cok eglendi. Yeni albumleri piyasaya ciktiktan ve biz de sarkilari ezberledikten sonra en kisa sure icinde yeni bir konser istiyoruz...

21 Nisan 2007

18 Nisan 2007

The Fountain - Ending

FINISH IT

???

Oyunlar ne zaman aci verir?.. Kelimeler ne zaman insanin agzina buyuk gelir?.. Hayallerimiz ne zaman ufalanir?.. Oyunlar ne zaman artik huzunlerimizi saklamaz olur?.. Yollar ne zaman tukenir?.. Erkekler yalnizca yaslanirlar, oysa neden kadinlarin teni, giysiler gibi eskir?.. Seks ne zaman satilmaz?.. Cevabi, kendisine buyuk gelen sorular nerede degistirilir?..
Insan nerede yenilir?

Life Has a Funny Way of Sneaking up on You

"Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Doğankent Beldesi Kayabaşı Mahallesi Muhtarı Sebahattin Konukçu’nun oynadığı şans topuna büyük ikramiye, babasını kaybettiği gün çıktı."

Kendisine Alanis Morissette'in "ironic" sarkisindan bir gufte okumak isterim (cagrisimin boylesi);

an old man turned ninety-eight
he won the lottery and died the next day

hazir ironic dinliyoruz devam edelim;

it's meeting the man of my dreams
and then meeting his beautiful wife
and isn't it ironic... don't you think

Kıyıdan

Ece Temelkuran, tanimayanlar varsa bir tanissinlar. Abim tanistirdi beni onunla. Abisi olmayanlar da bu vesileyle belki merak edip tanisirlar onunla. Bence sevecekler onu. Aslinda eminim onun umrunda degil sevilip sevilmeyecegi cunku sen sensen de sevmesen de o yazmaya devam edecek.

Milliyet'e bugun gene guzel satirlar birakmis. madem ki blog kisisel bir sey, ben de canimin istedigi seyi koyabilirim buraya (sosyal mesaj; elbette din dil irk cinsiyet ayrimi yapmayan seyler, degil mi?)

Utanmadan! Korkmadan!

İstanbul'daki entelektüel çevreler, ekseriyetle, Ankara'da yapılan mitingden pek hoşlanmadılar. Hrant'ın ölümünün ardından yükselen milliyetçi, hatta ırkçı dalgaya çanak tutan militarist, neredeyse faşizan mitinglerin, tepkilerin bir devamı olduğunu sandılar. Oysa miting, laiklik saplantılı ve onun kadar önemli başka hiçbir derdi olmayan orta sınıfın hezeyanı şeklinde cereyan etmedi. Miting, önemli oranda militarist değildi. İnsanlar bağırıyordu:"Ne postaldır ne takunya, cumhurundur Çankaya!"Yani halktır (cumhur) Çankaya. Ankara'daki miting, son on yıldır "halk" kavramının değiştirilmeye çalışılan içeriğine bir cevap gibiydi. Tayyip Bey'in veya benzerlerinin ağzında mutlaka dindar, mutlaka muhafazakâr; Mehmet Ağar ve benzerlerinin ağzında mutlaka milliyetçi, mutlaka toplu tüfekli bir anlamı olan "halk" kavramının içini başka bir biçimde dolduruyordu miting. Kim bu halk peki? Ne istiyor?

Kürsünün değil, meydanın mitingi
Bu insanlar ve bugün Türkiye'de büyük bir çoğunluk utanmadan ve korkmadan yaşamak istiyor. Takunyadan ve postaldan korkmadan; ülkede olup bitenlerden dolayı utanmadan. Çocuklarının bir gün bir otobüste hep birlikte öleceğinden korkmadan; o çocukların yaşatılamadığı bir ülkenin vatandaşı olmaktan utanmadan. Yoksul kalmaktan korkmadan ve açlıktan ölen insanların yaşadığı bir ülkede tok olmaktan utanmadan. Gündelik hayatın kadınlara getirdiği ve giderek sertleşen fiili "kapanma" mecburiyetinden korkmadan ve ne açık ne kapalı olmaktan utanmadan.
Hasbelkader iktidara gelmiş muhafazakâr Müslüman hükümetin bir cumhurbaşkanı çıkarıp memlekette ipleri germesinden korkmadan ve bu gerilimden çıkacak azgelişmiş ülke patırtısından utanmadan. Nereden baksanız "72 buçuk millete karşı" verilmiş bir mücadeleyle kurulmuş, toprağını, kuşaklar boyunca daha aydınlık, daha eşit, daha adil bir ülke için ölen gençlerin gövdeleriyle biriktirmiş bir ülkenin buna hakkı vardır: Utanmadan ve korkmadan yaşamaya. Bu miting bunu söylemek isteyen insanların mitingiydi. Bu miting, esasında orada konuşma yapanların değil, utanmak ve korkmak istemeyenlerin mitingiydi.

Ülkeyi kim yönetecek?
Bayrak, son yirmi yedi yıldır ekseriyetle "kurt işareti" ve sarkık bıyıklarla eşleştirilmiş olabilir. "Atatürk" yıllarca memleketin gördüğü en faşist düzenin koruyucu paket kâğıdı olarak kullanılmış olabilir. Ne ki miting, nasıl "halk" kavramının içeriğini değiştirmeye doğru bir adım attıysa aynı zamanda bu referansların da anlamını bir parça değiştirerek "sivilleştirdi". Bugün bu sivil öfkeyi kim örgütlerse bu ülkeyi bundan sonraki dönemde o temsil edecek

Kim yoksulların öfkesine güçlü, bilekli, yürekli cümleler verebilirse...
Kim laiklik kaygısıyla yoksulluk kaygısını aynı politik hareket içinde taşıyabilirse...
Kim Kürtlerin kimlik kaygısıyla Türklerin kimlik kaygısını aynı, kansız dilden konuşturabilirse... Kim üniversitelerin önünde bekleyen başörtülü kızların derdiyle Çankaya'ya başörtülü eşlerini sokmaya ant içmişlerin derdinin aynı kıymette olmadığını anlatabilirse...
Kim "ülkenin" ölümle değil, hayatla beslenen toprak olduğuna, çocukların şehit olmak için değil, insan olmak için doğurulması gerektiğine inanırsa...
Kim bu ülkede korkmadan, utanmadan ve her şeye rağmen birlikte yaşamayı isteyen insanları birbiriyle buluşturmayı becerirse bu ülkeyi o yönetecek. Bu halkı temsil etmeyi o hak edecek.

Ucan Oturgacli Goturgec

Bu sabah bu ucan oturgacli goturgeclerden kalkti, coookkkk uzaklara. Hemen hemen ayni saatlerde ben de kayip dustum.
Canim yandi, gozumden yas geldi.
Sonra kalktim gozlerimi sildim ve hayata karistim.

portakal çiçeği kokulu heyecanlarım
kuş tüyüydü düşlerim umutlarım
hani nerde arsızlığım umarsızlığım

uçak
güzel uçak
büyük uçak
uçağım

Bazal Beyin

Beynimi bazal seviyede tutuyorum bu siralar. Organik kimyaya saklamam gerekiyor cunku. Fazla yormamaliyim. O nedenle uzuuun uzun yazilar yazamiyorum. Sadece okuduklarimi anlamak icini kullaniyorum beynimi...

Yakinda yeniden normal fonksiyonlarina dondurecegimi umut ediyorum.

17 Nisan 2007

...

-Neden her gittigin yerde bir parcani birakiyorsun?
-Bilmem, zaten parca parcayim ya, belki ondandir, belki de kaybolmayayim diyedir... Br zamanlar buralardan ben de gectim demek icindir... Ormanda kaybolmamak icindir. Hatira olmak icindir... Bizden nisan veren bir sir olmak icindir... Ne bileyim, boyle seylerdendir heralde!
...

16 Nisan 2007

Fayton

Gecenin ucunde ders calismaya calisirken sakin ola es kaza falan dinlemeyin bu sarkiyi. Ders mers yalan oluyor, uykusuz kalmanizin yaninda bir de efkar yapiyorsunuz.

Nerde ulan benim sarabim???

Yoksun diye geldi esti bahar
Yoksun diye yandı aşkına can
Gözümün önüne geldi meşki zaman
Gecemi sarhoş ederdi hoş bir edan

Sensiz neyleyim dalda çiçek
Günler yıllara oldu da denk
Kapıda nöbete durdu yaşlı seyis
Salına salına geldi aşkı haber

Çek faytonu yarime uzanalım
Çağırıyor güllerin hasreti
Ah, dize getirdin yüreğimi
Hadi uzat ellerini, sevişelim sabaha dek

15 Nisan 2007

Bir dilek tut

Dusmanimin basina bile hic birseyden memnun kalmayan bir anne verilmemesini diliyorum...

14 Nisan 2007

Trafik Katliami

Bu ulkede surucu belgesinin bakkaldan ekmek alirmis gibi dagitilmasinin, trafik cezalarinin hic bir yaptirimlarinin olmamasinin, soforlerin direksiyon basina gectikten sonra yollarin fatihiymis gibi davranmalarinin sonuclarini bugun bir kez daha gorduk. Tam bir katliam! 32 kisinin ayni anda ayni yerde can vermesi. Hem de bu canlarin cogu daha minicik.
O miniklerden birinin annesi olun simdi. Belki ne cok israrlar sonucu cocugunuzu yolladiniz o geziye. Aslinda yaninizdan hic ayirmak istemediginiz halde basina bir sey gelir korkusuyla yaninizdan ayirmak istemediniz. Ve trafik gene yapacagini yapti ve korkularinizla sizi yuzlestirdi. O annenin hic sucu olmadigi halde neler hissettigini dusunebiliyor musunuz???

Bunun adi Kader mi? Hic sanmiyorum!

Peki ne zaman gece Taksim'e gitsem ya giderken ya da donuste karsilastigim kazalar n'olucak? Merak ediyorum bu ulkede dakikada kac trafik kazasi yasaniyor? Minibus Caddesi'ndekileri saymiyorum bile. Adi Minibus Caddesi ya minibus soforleri adi boyle olunca kendilerinin saniyorlarlar Pendik'ten Kadikoy'e kadar olan caddeyi.

Belki bugunku uzucu olayla beraber bahsetmemi bazilari yadirgayacaklar ama, ya birden bire karsimiza cikan yol kenarina atilmis olmus kedicikler icin ne demeli? Ana caddelerde karsidan karsiya gecerken yol kenarlarina bakmadan yurumeye calisiyorum artik.

Annemin cok sevdigi bir arkadasi, meme kanserini yendikten sonra ir trafik kazasi sonucu hayatini yitirdi. Yasam icin bu kadar mucadele verirken bu nasil kader olabilir ki?

Bugun gercekten cok uzgunum. Birilerine bunun hesabini sormak istiyorum ama sen ne kadar tepkini gosterirsen goster kimse elini tasin altina koymuyor. Satilan yol ihaleleri de bu cocuklari geri geri getirmiyor.

Kendi katliamlarimizi kendimiz yaratiyoruz...

08 Nisan 2007

CSI mi, Bogazici Kimya mi?


Suçluların peşine düşen Boğaziçili kimyacılar

Bir saç teli analiziyle suçluya ulaşan "CSI" gibi dizilerin popülerliği, Boğaziçi Üniversitesi'nde Adli Bilimlere Giriş dersinin yolunu açtı. Prof. Dr. Zeynep Atay'ın verdiği ders büyük ilgi görüyor.

Soğuk Savaş döneminde filmlerde birer kötülük sembolü olarak yansıtılan bilim adamları, 11 Eylül sonrasında sayısı gittikçe artan "CSI", "Bones", "Numbers" gibi dizilerde teröre, suça ve adaletsizliğe karşı en güvenilir çözüm olarak yansıtılmaya başlandığından beri gençler "adaletin anahtarı olan birer bilim adamı" ya da "Horatio Caine" olmaya can atıyor. Artık rock yıldızı olmak demode, en seksi meslek bilim insanı olmak neredeyse. Hele adli bilimler; "en popüler meslek" listesinin zirvesinde. Crime and Investigation kanalı bu yüzden gençlerin dilinden düşmüyor. Şimdi de Boğaziçi Üniversitesi'nde "CSI" dizisinin İstanbul versiyonu "çekiliyor".Üniversitenin Kimya Bölümü'nde ders veren Prof. Dr. Zeynep Atay, "CSI" dizisinin yakaladığı popülariteden yola çıkarak "Introduction to Forensic Sciences" (Adli Bilimlere Giriş) isimli bir ders vermeye başladı. Karizmatik dedektif Horatio Caine önderliğinde kriminal vakaları çözen "olay yeri inceleme" ekibi CSI'ın deliller üzerinde yaptığı bilimsel araştırmaların benzeri artık Atay'ın verdiği adli kimya dersinde gerçekleşiyor. Beyaz önlükle laboratuvara girip saç, tırnak, kurşun ya da DNA analizi yaparak saatlerini geçirmek artık "inek"lik değil, tersine gittikçe "in" oluyor. Ve Atay "zamanın ruhunu" yakalamış bir profesör olarak "CSI: Boğaziçi"nin hikayesini anlatıyor...
"CSI" dizisini çağrıştıran Adli Bilimlere Giriş / Introduction to Forensic Sciences" isimli bir ders vermeye başladınız. Bu derste öğrenciler ne öğreniyor.Adli bilimler çok geniş bir alan. İçinde adli tıp da var, psikoloji de var, kemiklerin incelendiği kriminal antropoloji de var. Biz işin "adli kimya" bölümüyle ilgiliyiz. Yani, "CSI" dizisinde gördüğünüz laboratuvarlarda yapılan kumaş, saç, kan, DNA, kurşun gibi maddelerin incelenmesiyle. Bizim konumuz "adli bilimlerin kimyası".
İstanbul Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü'nü saymazsak, bir Türk üniversitesinde bu alanda verilen ilk ders sizinki. Böyle bir ders verme fikri nasıl ortaya çıktı?
Beş sene önce İngiltere'de bir kimya kongresine katıldım. Konuşurken herkes gençlerin artık fizik, kimya gibi somut bilim alanlarından bilgisayar, iletişim gibi alanlara kaydığını söyledi. Biri "Gençlerin ilgisini çekmek için adli kimya öğretiyorum" dedi. Bu alanı ilk defa o zaman duydum. Bu konu dünyanın her yerinde öğrencilerin dikkatini çekiyormuş. Üstelik yeni ve sürekli gelişen bir konu. "CSI" gibi diziler de popüler kültürde zirve yapınca böyle bir ders vermeliyim dedim.
Siz kimya profesörüsünüz sonuçta... Uzmanlık alanınız olmayan bir konuda dersi nasıl hazırladınız?
Geçen sene eski bir mezunumuz olan Ersi Abacı Kalfoğlu ile anlaştım. Kendisi şu anda İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü'nde profesör. Böyle bir ders vermeyi düşünüyorum deyince beni çok destekledi. "Bu dersi vermek çok kolay değil çünkü bulacağın hiçbir kitap kimya üzerine değildir" dedi. Genelde adli bilimler üzerine olan kitapların kimyası zayıf. Sonunda Suzanne Bell'in "Forensic Chemistry" isimli kitabıyla yola çıktım. "Bu sene kim seçmeli ders açıyor?" diye sorduklarında bir cesaret "Ben açıyorum" dedim.
"Derste diziyi izliyor, gerçek vakalarda ne olmadığını görüyoruz"
Derste başka ne gibi kaynaklar kullanıyorsunuz? "CSI" dizisini seyrettiriyor musunuz?Kalfoğlu'nun da dediği gibi "adli bilimlerde neler olmuyor"u anlatmak için diziyi izlettiriyorum ama devamlı değil. Adli bilimler içinde başka ne gibi bölümler olduğunu görsünler diye ilk derste "Bones" adlı diziyi de izlettim. Bir de FBI raporlarından çok yararlanıyoruz. İşin kimya ile ilgili kısımları çok kapsamlı anlatılıyor orada.
Bu arada Ersi hanımla işbirliğimiz de devam ediyor. Ben adli kimya ile ilgili konuları anlatıyorum. Ersi hanım arada bir derse gelip bize vaka analizi anlatıyor. Mesela ben saç konusunu işledim, saçı kimyasal olarak incelemeyi, laboratuvarda saçı optik mikroskopla analiz etmeyi, saçtan ne bulabileceğimizi anlattım. Hepimiz kendi saçlarımızdan bir parça kesip bir torbaya koyduk ve laboratuvarda inceledik. Sonra o gelip saçla ilgili bir olay anlattı.
Ünlü bir vaka anlatabilir misiniz mesela saçla ilgili?
Belçika'da ünlü bir pedofili vakası vardı. 1996 yılında küçük kızlara tecavüz ederek öldürdükten sonra yakalanan Marc Dutroux olayı. Kalfoğlu 6 bin saç teliyle yapılan bir analizin sonucunda bu suçlunun bulunduğunu anlattı. Hatta bazı saç telleri analiz için Türkiye'ye de gelmiş. Biz saç konusunu işledikten sonra böyle büyük bir vakayla bağlantı kurmak hayli ilginç oldu tabii.
"CSI hiç de sanıldığı kadar seksi değil ama bilim çok seksi!"
Bu ders Boğaziçi Üniversitesi'nde kimyanın ya da genel olarak bilimin popülerleşmesini sağladı mı?
Sağladı. İlk defa sunmamıza rağmen kimya bölümünden 23 kişi derse katıldı. Son sınıflar arasında bu çok yüksek bir sayıdır. Hatta öğrencilerim arada sırada derslere kimyayla hiç alakası olmayan, sosyal bilimlerden arkadaşlarını getiriyorlar. Onlar da merakla dersi dinliyor. Mesela geçen hafta kötüye kullanılabilen uyuşturucular konusunu işlemeye başladık. Çok ilgi gördü. Marihuana, kokain, eroin gibi uyuşturucuları, uyuşturucu özelliği taşıyan birtakım ilaçları işliyoruz.
Bilim "CSI" gibi diziler sayesinde gençlerin gözünde seksi, çekici bir şey haline gelmeye mi başladı? Sanki artık bikinili kızlar değil, beyaz laboratuvar önlüklü dizi karakterleri daha seksi... Kariyer olarak bilimi seçmek de...
Kesinlikle öyle. Ama şöyle de bir gerçek var. "CSI" dizisyle ilgili çok güzel bir makale vardı yurtdışı basında. Bir gazeteci birkaç hafta "CSI"cılarla beraber vakit geçirmiş.Yazdığı makalenin adını da "CSI, Not So Sexy After All..." koymuş. Yani "CSI"ın göründüğü kadar seksi olmadığını anlatmış. Çünkü gerçek olay mahali hiçbir zaman dizideki gibi temiz ve şık değil. Pislik, kan, koku var. Laboratuvarlar hiç o kadar şaşaalı değil. Çalışanlar ince topuk ve tayyörlerle gitmiyor işe. Olay yerinde pisleniyorsun sonuçta. Laboratuvarda da beyaz önlük şart. Kimyasallar üstüne dökülebiliyor. Ben o kadar çok pantolon attım ki çalışırken.
O yüzden bu işin hiç öyle cazip bir tarafı yok aslında. Ama diziler böyle seksi bir imaj çizdi gerçekten. Ve dediğiniz gibi bilim de kariyer olarak çekici hale geldi. "CSI" hiç de sanıldığı kadar seksi değil ama bilim de hiç sanmadığımız kadar seksi bir şey.
Dizileri bir kimyacı gözüyle seyrederken ne düşünüyorsunuz? Gördüklerimizin ne kadarı mit, ne kadarı gerçek?
Seyrettiklerimin birçoğunun bilimsel olarak mümkün olmayacağını gördüm tabii. Diziyi ütopik buldum. Saç, DNA, kumaş, kan, tırnak, toprak gibi fiziksel delilleri inceleyerek tabii ki bazı verileri bulursun ama dizideki gibi bir saç telinin tam olarak nereden, kimden geldiğini bulmak pek kolay değil. Bir saç telinin kadına mı erkeğe mi ait olduğunu ayırt etmek bile mümkün değil çünkü.
Bir saç telinden kişinin yaşını, etnisitesini bulamazsınız. Sadece zencilerin saçı daha kalın ve kıvırcık olduğu için biraz kendini ele veriyor. Çocuk saçı da daha ince olduğu için çocuğa ait olduğunu anlayabiliyorsun mesela. Şu anda öğrencilerim insan saçıyla tavşan tüyünü ayırt edebilecek durumda.
"Delilleri süpürmemeyi dizilerden öğrendik"
Sizce "CSI" dizisi niye bu kadar popüler oldu?
Bir kere hepimiz meraklıyız. Komşumuz ne yapıyora kadar hepimizde bir merak var. Dizide bunu tatmin ediyoruz. Bir de bu dizi adalet duygumuzu biraz okşuyor. Görüyorlar ki birileri bir şeyleri bulabiliyor ve kanıtlayabiliyorlar. Suç ve ceza sistemi adilce işleyebiliyor. Doğru insanlar kendilerini hak ettikleri noktada buluyorlar. Kimini mahkum ediyorlar, kimini kurtarıyorlar.
Uğur Mumcu cinayetinde delillerin süpürüldüğünü düşünürsek bizde işin yeterince ciddiye alınmadığı ortada.
Deliller süpürülürse kimya laboratuvarında hiçbir şey yapılamaz. Ya kanıt kaybolur gider ya da kanıta yabancı öğeler karışır. O zaman da yapılan testlerde bulunan bulguların ne kadar güvenilir olduğu tartışılır. O nedenle olay yeri inceleme ekiplerinin ve olay yerine ilk müdahaleyi yapanların kanıtları oldukları gibi muhafaza etmeleri şart. Hem suçluyu bulmak hem de yanlış kişileri adalete teslim etmemek açısından. "CSI" dizisinin bu anlamda da olumlu bir etkisi oldu. Sokaktaki insan bile delillerin süpürülmemesi ve cesedin etrafının çevrilmesi gerektiğini öğrendi. Eskiden bunu bilmiyorduk.
"Bir kumaşın markasını bulacak teknoloji yok"
Dizide bir kumaş parçasının hangi firmaya ait olduğunu bile bulabiliyorlar. Bu mümkün mü?Herhangi bir şey bulup onun ne olduğunu, nereden geldiğini çıkarmak öyle kolay değil. Mesela altında toprak kalmış bir ayakkabıyı bulursunuz, o toprağı analiz ederek kişinin nereden geçtiğini bulmaya çalışırsınız ama dizideki gibi o toprağın spesifik bir kişinin bahçesinden geldiğini anlayamazsınız. Bir kanıt varsa, şüpheliye ya da kurbana ait benzer bir şeyle onu karşılaştırabilir, benzerlik ya da eşleşme durumunda suçluya o kadar yaklaşmış olursunuz sadece. Dizide bir kumaş parçasına bakıp bunun mesela Mavi Jeans'in hangi modelinden geldiğini bulabiliyorlar. Gerçek hayatta bu mümkün değil. Biz de derste kumaş parçaları alıyor, onları mikroskop altında büyütüp içinde ne olduğunu anlayabiliyoruz. Ama bu bizi kesin bir sonuca ulaştırmıyor. Umarım ileride daha detaylı enstrümanlar çıkar da dizideki gibi hangi kumaşın nereye ait olduğunu bulabiliriz.
Kusursuz bir cinayetin anatomisi
Diyelim ben katil olmak ve kusursuz bir cinayet işlemek istiyorum. Ne yapmam gerek?
Mutlaka kimya bilgisine sahip olmalısın. Bıraktığın izlerin nasıl analizlerden geçebileceğini bilmen lazım. Bir de iyi bir psikolog olman lazım çünkü insanların ne düşüneceğini, seni ararken nasıl bir yöntem izleyebileceğini düşünmelisin. Bu diziler hem adli sistemi anlatıyor hem de nasıl suçlu olunabileceğini gösteriyor. Kusursuz cinayetin ipuçları var bu dizilerde. Ama "Her temas bir iz bırakır" savından yola çıkarak ne kadar dikkat edersen et bir şekilde yakalanabilirsin gibi caydırıcı bir mesaj da var.

07 Nisan 2007

Spor Yapiyorum Oyleyse Varim

Spor bir aliskanlik. Bir kere basladiniz mi bir daha birakamazsiniz.
Ben spor yapmaya hazirlikta basladim. Sanirim 11 yasindaydim. Profesyonel sporcu olmak icin aslinda oldukca gec bir yas ki zaten bunundeavantajlarini da yasadim.
Boyum uzun oldugu icin beden egitimi hocalarimdan biri basketbola digeri voleybola baslamami istiyordu ve ben sonunda voleybola basladim. Okul takimi, klup turnuvalar deplasman derken bu seneye kadar hayatimin buyuk cogunlugu voleyboldu. Bir sinava rapor alip girmeyebilirsiniz ama bir maca cikmamaniz gibi bir durum soz konusu olamaz. Bu nedenle spor varsa hayatinizda diger her sey ikinci planda kalir. Ama spor yapmak bana iyi geliyordu. Hem vucudunuzu dinclestiriyor, hem de tum dikatinizi yaptiginiz spora verdiginiz icin sacma sapan dusunceler kurmaniza vakit kalmiyordu. Hatirliyorum da ilk buyuk genclik depresyonumu kulubu biraktigim zaman yasamistim. Eee dusunecek o kadar cok zaman oluyor ki insan yalnizliginin farkina variyor.

Spora baslayinca sadece kapali spor salonlari yetmiyor size ve kendinizi sokaklara ativeriyorsunuz. Bir kac sene boyunca her haftasonumu bostanci sahilde voleybol oynayip, kosarak gecirmistim. Ustelik oglen 1 gibi bulusup aksam dokuza kadar voleybol oynayipyemegi de beraber yiyorduk.

Bu sene voleybolu biraktim. Ama spordan uzak kalabildin mi? Tabii ki hayir. Oncelikle sanirim okula yapilan kapal havuza benim kadar sevinen olmamistir. Cunku zaten tum yaz yuzememistim, simdi haftada bir kere gidip spor ihtiyacimi yuzerek gideriyorum. Ayrica tenis dersine basladim okulda. Tenis de cok eglenceli bir spor voleybol gibi. Bu kez de bireysel bir sporun heyecanini tatmak istedim. Cunku takim sporuyla bireysel sporlarin tatlari cok farkli.

Tabii spor yapiyorum oyleyse varim durumu giysilri de etkliyor. Annem artik yeter artik yeni spor ayakkabi alma diye soylenmeye basladi. Cunku benim artik klasik ayakkabi giymeye bslamam gerekiyormu. Bir de; "sporcu gibi yuruyorsun" dedi. Bu simdi bir hakaret mi iltifat mi? "Eee anne ben sporcuyum ama" desem de tabi bu bir anne icin tatmin edici cevap olmadi.

Tek sorun sporla ilgilenirken gundemden haberdar olamamak onu da sinema ve dergiler tamamliyor artik.

02 Nisan 2007

Film 2.5 ytl Tuvalet 1 ytl

Uluslararasi Istanbul Film Festivali. Bİliyorsunuz haftaici gunduz seanslari 2.5 ytl! Amann ne guzel ohh ohh her filme giderim demeden once tuvaletinizi evde yapin oyle gidin. Cunku Emek sinemasi'nda tuvalet 1 ytl!!!

Simdi anlamadim sinemaya verdigimiz deger mi bu kadar az yoksa benim cisim mi cok degerli???

Artik Degisecegim

Ne zaman canin sikkin olsa hayatin hakkinda alinan kararlara bir yenisini ekliyorum:

- Artik, bir daha gorme ihtimalim olmayan insanlarin su ya da bu sekilde hayatima girmelerine engel olucam. Kalan olmakan cok sikildim. Kim nereye gidiyorsa ona orada mutluluklar... Gitmeden bana ugrayip "merhaba" demeyin lutfen. Arkanizdan su dokmekten kaynaklarim kurudu artik...

01 Nisan 2007

Uluslararasi Istanbul Film Festivali

Dun aksam sezon acilisini yaptik. Iki hafta boyunca festival nedeniyle kapaliyiz. Sinavlar bir yandan, ozel dersler bir yandan ustelikuniversiteler arasi vol. maclari da onumuzdeki hafta yapilicak. Eee ustune bir de film festivali olunca iki hafta her turlu etkinlige kapaliyim. 15 nisan'da gorusmek uzere...