31 Ocak 2008

Ben artik sigarasiz bir yasama alani istiyorum kendime ya....

29 Ocak 2008

KupKuriye


Bu yanda gordugunuz muhtesem tatlinin asil adi Kup Griye. Baska yerde var mi bilmiyorum ama Kadikoy Baylan'da yiyebilirsiniz. Icinde benim sevdigim her sey mevcut. Krema, karamel, dondurma vs. vs. Ustelik cesitli aksakliklar sonucu yememiz devamli ertelendigi icin ilk kez tattigimda maksimum doyuma ulastim denebilir. Irem'in kemarasiyla cekilmis bir kac fotografi da eger alabilirsem ondan Kup Griye'ye ilerde geri donebiliriz bence...
Hiii tabii bu arada Irem'in super hizli konusmalari sayesinde adini menude gorene kadar kupkuriye saniyordum ya neyse....

Henuz transkript uzerinde olmasa bile mezunum artik. Artik transkripte de gormek istiyorum ama pek sesimi cikartmiyorum, yorgunum n'apiyim.

(internet baglantim bu siralar inanilmaz yavas ve cildirtiyor bu yavaslik)

13 subatta Abbas yolcu!!! Bir hafta Dilan, Irem ve Mine ile Isvicre!!! Yuppiiii....

Havalar cok soguk. Kitap okuyorum, film seyrediyorum, uyuyorum, derse gidiyorum. Bir de Emre Aydin dinliyorum BELKI BIR GUN OZLERSIN!!! Sizce de sozlerisuper degil mi?
Aksamlari annemlerle "var misin yok musun" izliyoruz. Adamin teki 100.000 ytl'yi reddetti ve sonunda 50.000 ytl kazandigi icin resmen uzuldu.
Zengin milletiz ya...

20 Ocak 2008




Martim var benim artik. Kafeste falan degil hem de gokyuzunde(ydi)
















Bir suredir booyyle yatiyor ama, cani ucmak istemiyor. Hissediyor odadaki kasveti tabii, ya da bendeki umitsizligi.

Onun yeniden ucmasini istiyorum ama olmuyor, cirpmiyor kanat, cirpamiyor...












Bu bloga ilk baslarken, pek duyulmasin istiyordum adresi kendi kendine konusur gibi kendi kendine konusmamak icin. Sonra sonra bir, iki uc derken artik herkes biliyor blogumu hatta Facebook'ta bile yaziyor blogum.

Sanirim o donem bu blogu asil acma amacima cok ihtiyac duymuyordum en azindan simdikinden azdi. Simdi ise dile getirmenin zor oldugu seyleri parmaklarin anlatmasina ihtiyac duyuyorum. Bazi seylerin yavas yavas ve tek tek iyi gidebilmesine karsin, herseyin aynı anda ve hiphizlica tepetaklak olmasini anlatsin istiyorum mesela parmaklarim. Mesela hayatta hicbir yere gelemeyecegin korkusunu anlatsin, belirsizliklerden ne kadar nefret edersen o kadar arttigini, yalnizligi yalnizliktan hem korkup hem hem nefret ederken bir insanin kendini nasil daha cok yalnizlastirdigini.

Ben gene kendi kendime konusur gibi yapiyim en iyisi...

Hepimiz Hrantız Hepinize Rağmen


Sonunda kendimce bir varlik gosterebildim ve 19 Ocak'ta binlerce kisiyle beraber metroyle sıkıs pıkıs Agos'un onune ben de gittim. Inanilmaz bir kalabalik vardi Ama asil inanilmaz olan caddenin trafige kapatilmamasi ve polisin kurdugu bir barikatla binleri kucucuk bir alan sigdirmaya calismasiydi. "Katil devlet hesap verecek" diyen kalabaligin ne kendisi ne de ofkesi sigmazdi o alana ve sigmadi da. Barikatlar kaldirildi, caddenin tamami toren icin gelenlerle doldu.

Dusundugumden kisaydi toren ama en asil uzucu olani Rakel Dink'i dinleyememkti cunku slogan atan bir grubun hemen yanindaydik ve onlardan hicbir sey duyamadik. Insan bir susun da bir dinleyin demek istiyor ama....

Bir ara yolun kenarindan gecen bir kadin aska gelip, "Ben turkum,ben turkum,ben turkum" cigliklari atmaya basladi. Kadini herkes kendi haline birakti.


Her ne kadar kalabaligin daha kolay dagilmasini saglamak icin insanlari Mecidiyekoy yonundeki metrolara yonlendirmek isteseler de, biz Taksim yonune dogru yuruduk. Taksim'e geldigimzde kalabaliktan tumuyle koptuk ve bizim icin sorunsuz gecen bir gun oldu. Sonrasinda polisle bir sey oldu mu olduysa ne oldu bilmiyorum...


Kalabalik dagilmak uzereyken polisler yola barikat kurup herkesi nerdeyse tek sira halinda hatta onundekinden bir kol mesafesinde sol-sag-sol-sag diyerek kaldirimdan yurumeye zorladilar, pardon tesvik ettiler dicektim.

Gunden geriye kalanlar ise 11 Subat'ta Besiktas Adliyesi'nde ayni kalabaligi bulmak, Rakel Dink'in adalet istegi ve marti ile guvercinin ilk bulusmasi (benim acimdan)...

17 Ocak 2008

Altay Oktem'den

"Can Yücel’in hayatta ben en çok babamı sevdim şiirini ilk okuduğumda şaşırmıştım. O ak sakallı, her dem sarhoş, inatçı, uzlaşmaz, dev gibi adama baba sevgisini bir türlü yakıştıramadım. Çünkü isyan duygusu sonradan kazanılan bir erdem değil, doğuştan gelen bir zenginliktir. Hayatta en çok babasını seven Can Baba’nın o küçücük, tıfıl halini düşündüm. Muhakkak çarpık bacaklıydı, haylazdı, büyük ihtimalle o gür sakallar da yoktu yüzünde. Büyüyünce çıkmıştır.

Kendi çocukluğum geldi gözlerimin önüne. Evdeki perdeleri diklemesine kesen, mutfağı tutuşturan, her bulduğu ilacı divanın altında içen, inşaatlardan demir çalan, çöpçüyü bacağından bıçaklayan ve annesinin kafasına soba demirini vurup on beş gün yoğun bakımda Azrail’le cebelleşmesine neden olan bir çocuk, hayatta en çok babasını sevecek değildi herhalde. herhangi birini sevme ihtimali de düşüktü zaten.

Gerçi o yıllarda baba yürürlükte değildi. sevgi sıralamasına bir tek anne girebiliyordu, o da üçüncü sıradan. çünkü öğretmenler, o buruşuk yüzlü sistem bekçileri önce Allah, sonra Atatürk, sonra annem… diye bir nakarat ezberletmişlerdi biz çocuklara. bu nakaratı da söylemedim hiç. yalnızca sıralama bozuk olduğu için değil, sevginin sıralanamaz bir şey olduğunu bildiğim için…

sonra ne oldu? o çocuklar büyüdüler. birinci sırada allah’ı sayanlarla, birinci sırada atatürk’ü sayanlar birbirine girdi işte. danıştay arada kaldı. ne danıştay’ı ya, dilim sürçtü, anne arada kaldı, arada kaynadı hatta…

Biraz daha büyüyünce, diyelim Can Baba’nın şiirini üçüncü, dördüncü kez okuyacak olgunluğa erişince hadiseyi anladım. Adam babasını görmediği için sevmiş. Bir yerde o şehir senin, bu şehir benim dolaşıp duran bir maarif müfettişi, diğer yanda baba hasretiyle yanıp tutuşan bir çocuk. Tamam dedim, sevgiden çok özlem var burada.

Çünkü insan en yakınındakini değil, en uzağındakini sever. Hatta ulaşamadığını sever. İnsana en yakın olan kişi kendisidir. O yüzden kendisini kolay kolay sevemez, hatta bulduğu her fırsatta hırpalar... Babam hiçbir yere gitmediği, hep zebella gibi başımda durduğu için onu sevme ihtimalim olmadı. Kendimi sevdim mi peki? Hayır. Çünkü sevemeyeceğim kadar yakın bir mesafede duruyordum kendime. O yüzden çok hırpaladım kendimi. Hırpık olup çıktım sonunda!

Şimdi düşünüyorum, hatta başka babalara bakıyorum göz ucuyla; ne halt ettim ben diyorum… Keşke sevseymişim diyorum. keşke…

Akp edirne milletvekili de bir baba mesela. Onu seven oğlu yanlış park yapınca polis müdahale edebilir mi? Eder tabii. Sonra da paşa paşa açığa alınır. Sen benim babamın kim olduğunu biliyor musun cumhuriyeti burası. Yüksek mevkilerde dayım var şehri. Bir telefonla işini bitiririm kasabası…

Keşke sevseymişim dediğim babam askerdi. Bir gece, artık ne işimiz varsa o saatte, babamın birliğine gitmiştik. Nöbetçi tanımadı babamı, babam da parolayı bilmiyordu… Sivil giysiler içinde, ben bu birliğin komutanıyım dediyse de, asker kapıdan içeri almadı bizi. geri döndük. Ertesi gün babamın o askeri yanına çağırdığını, görevine bağlılığından dolayı kutladığını, sonra da askerliği bitene kadar yanından ayırmadığını, yani adama kebap bir askerlik yaptırdığını öğrendim.

Sel baskını ise ayrı bir macera. o zamanlar alemdağ şimdiki gibi değildi, dağdı sahiden. Kışın ortasında yolların sularla kaplandığı olurdu. Babam makam arabasının şoförüne gidelim demiş, su seviyesi yüksek değil, geçeriz. Asker inat etmiş yolda kalırız, geri dönelim diye. Yürü demiş babam, bana güven, eğer bu sudan geçemez de yolda kalırsak birliğe kadar seni sırtımda taşırım…

Yolda kalmışlar tabii. babam da almış eri sırtına, dört kilometre yürümüş öyle… Eri sırtında taşıyan bir albay olarak tarihe mi geçti peki? Hayır. bu olaydan bir süre sonra, bambaşka sebeplerle tayin edildi.

Sağ görüşlüydü babam. 12 eylül kıyametinde, daha on altı yaşındayken bir cemse dolusu askerle evimizi çepeçevre kuşatıp beni o meşhur 141, 142. maddelerden yargılamak üzere götürdüklerinde, birkaç saniyeliğine göz göze gelebilmiştik babamla. Daha birkaç gün önce duvarımdaki che posterini parçalayan babam, elini omzuma koydu, düşüncelerine katılmıyorum ama her zaman yanındayım, hiçbir şeyden korkma, inandığın şeyler için mücadele et dedi. Hayatta en çok seni sevemediğim için pişmanım baba. Iki arada bir derede söylediğin o sözler sayesinde aylarca ayakta kalabildim, işkencelere direnebildim.

Sonra, epey zayıflamış, avurtları çökmüş, iki büklüm yürüyen on altı yaşındaki bir çocuk olarak çıktım selimiye kışlası’nın kapısından. Karşıdaki duvarda oturan babamı gördüm. Benden daha fazla zayıflamıştı. Sarıldık birbirimize. Bugün beni bırakacaklarını nerden biliyordun da geldin, diye sordum. Bilmiyormuş. Aylardır oturuyormuş bu duvarın üstünde.

Bir kez bile sen benim babamın kim olduğunu biliyor musun cümlesini kurmadım hayatta. Kuramazdım zaten. Babam, babam olmaktan vazgeçerdi o anda. Ama inanmadığı düşünceler uğruna acı çeken oğlunu sonuna dek destekledi. O yüzden de düşüncelerimden dolayı başım belaya girdi hep. Trafik cezası yazmaya kalkan polislerle cebelleştiğim, ya da arkadaşlarımın tecavüz ettiği kızı kameraya çektiğim için hiç yargılanmadım.

Can Baba’yı daha iyi anlıyorum şimdi. Sadece Türkiye’nin Can Yücel’i olduğu için değil, hayatta en çok babasını sevdiği için de saygı duyuyorum ona.

Keşke Can Baba’nın tırnağı kadar olabilseydim de, hiç çekinmeden hayatta ben en çok babamı sevdim diyebilseydim… Keşke…".
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
"Fizikten" çektiği kadar
Hatta şaşkın yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Fizik vurmadigi zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Bana...

03 Ocak 2008

57!!!

Taksim'de "igrenc" taciz edici hareketlerde bulunmanin cezasi 57 ytl. Yan etkileriyse bir omur. Ya ben, birakin o zavalli kadinlarin yerinde olmayi, izlerken bile urkuyorum. O adamlarin suratindaki ifade nedir oyle? Bu nasil hayvani bir ifade, bu nasil bir zevk? Turklerin misafirperverligiyle, aile kavramina verdigi degerle ovunenler nerdeler? Taksim en kucuk bir eylemde gormeye alistigimiz ya da ansizin her kose basindan cikip kimlikleri gostrelim diyen guvenlik gorevlileri nerde? Kameralari gordukce daha bir cosuyorlar sanki, sanki bunu bir marifet gibi sergiliyorlar -hani su "beyaz bereliler" gibi-

Bu konunun ustu keske bembeyaz b,r sayfayla ortulebilse. Tipki bugun Istanbul'u kaplayan bembeyaz kar gibi... Evet sonunda İstanbul'a senenin ilk kari yagdi. Hasta olan bendeniz de evden bir kac fotograf cektim. Her ne kadar pek bir "manali" fotograflar olmasa da olsun. Gene de İstanbul'un ilk kar resimleri iste. (resimler daha sonra ama)


Ve iste yeni yil. Hem deee inanmicaksiniz ama bu yil oglaklarin yiliymis. Zaten ben de bazi degisiklikler basgostermeye baslamisti. Demek ki iyi yondeymis bunlar. O zaman ne diyoruz?
"I don't want to look back. I want to look front"

Hiii bir de yeni yildan beklendim, sabirr sabir ya sabirr...