28 Ocak 2007

Ben Duygu Hanim

Adinin herkes tarafindan kullanilmasini istemeyen Duygu Hanim!

Adimi seviyorum, anlamini seviyorum, adimi hissedebilmeyi seviyorum. Ama bencilim bu konuda. Im Juli 'nin Sacré Coeur'un Let me kiss you'nun bende sakli kalmasini istedigim gibi adimin da bende kalmasini istiyorum. Sadece baskalarinin ismi de olmasi degil benim sorunum: Herkesin her onune gelen cumlede bana seslenir gibi kullanmasini sevmiyorum ben. Hele de sevmedigim insanlarin....

Acaba adimin patentini almak istesem bana verirler mi???

27 Ocak 2007

GÜNEŞ

Ayaküstü Hikayeler v1.1


Dün gece bir rüya gördüm. Hatirlamaya calisiyorum simdi... Hmmm, evet evet hatirliyorum. Her sey toz pembeydi sanki, her yer aydinlik. günes olmaliydi o evet günes. cünkü bakmaya calistikca gözlerim kamasiyordu. ne güzel parliyordu. sanki daha önce hic o kadar parlak olmamisti. Kafami yukari kaldirmis elimle gözlerime gölge yapmaya calisarak bakmaya calisiyordum ama nafile, o kadar göz aliyordu ki, isigindan kör oldugumu sandim bir ara...Hatirliyorum... Neden bilmem, biraz sonra yukari bakmayi birakip kafami indirdim ve karsiya bakmaya basladim. Ama hala gözlerimi acamiyordum tam. Hala parlaklik gözlerimi aliyordu. Ve evet evet bu sefer karsimdan geliyordu bu parlaklik. Bir an afalladigimi hatirliyorum. Cok sasirmistim. Günes gökte degildi cünkü. Yanibasimdaydi!!! Ilk basta tereddüt ettim, korktum, kiyamet günü oldugu bile aklima geldi. Ne komik degil mi? Insan günesten korkar mi hic? Ama eger her gün yagmurla islaniyorsaniz, size daha fazla yağıyorsa her akşam yağmurlar, evet korkar...Yanibasimdaydi günes, elimi uzattim dokundum ona. evet sicakti ama yakmiyordu beni acitmiyordu. zaten ne bitkileri ne hayvanlari ne de insanlari acitmakti amaci. Cok uzuluyordu kuraklik, susuzluk olunca, insanlar sicaktan bunalinca, bitkiler kuruyunca. Cok üzülüyordu ama elinden de bir sey gelmiyordu. ama beni incitmiyordu bu sicakligi hem de hic... Uzun uzun sohbet ettigimizi hatirliyorum gunes ile. Su an tüm konusmalarimiz aklimda yok ama hep güzel seylerden bahsetmistik. Onunlayken zaten kötü bir sey hakkinda konusmanin imkani yok gibiydi. O da cok mutluydu ben de. Söylemiyorduk ama sonsuza kadar böyle kalabilirdik sanirim. sonsuza kadar , hic susmadan...Vakit ilerledi ve vedalasma vakti geldi. Gunesti ne de olsa... dogmasi gerekiyordu. Sadece benim degil, tüm canlilarin ona ihtiyaci vardi. O da istemiyordu gitmeyi ama mecburdu. Biraz uzun, biraz hüzünlü bir vedalasmaydi. Ama günes onu hic birakmayacagini her zaman yaninda olacagini, kafasini yukari cevirip gökyüzüne bakmasi gerektigini söylüyordu giderken. Ve gökyüzündeki yerine dogru yol aldi. Sonra sabah oldu ve uyandim. Uyku sersemligini attiktan sonra üzerimden bir anda aklima geldi rüya. Hemen pencereye kostum. Perdeyi acip kafami gokyüzüne cevirdim; hava bulutlu ve yagmurluydu.

25 Ocak 2007

Zeynep Casalini'den... Ama ben en cok sozleri begendim.

Sen varken gücüm olurdu
Zaman akmadan dururdu
Hatırlasana hani aşk seni yormuştu
Yolun sonuna koymuştu
Dokunma bana

Şimdi eskiye döner mi?
Dönse de buna değer mi?
Cevaplasana
Insan aynen durur mu?
Ayrılık kolay oyun mu?

Dokunma bana
Artık ben vazgeçtim
Yalnızlığı seçtim
Herşey bitti anlasana
Dokunma bana, dokunma bana

iste bu da klibi;
http://www.youtube.com/watch?v=rTJZWVtcq0Y

Anlamak İstememek

Ugur Mumcu olduruldugunde henuz ilk okul siralarindaydim. Evet taniyordum onu ama sadece kitapliktaki bir kac kitabin ustunde adi yazan biriydi benim icin. O zamanlar egitim ogretim hayatini ogretimden ibaret sanip dilbilgisi kurallarini ogrenmeye calisiyor, matematik sorulari icinde boguluyor, tarih ezberliyordum. Belki tam “anlamamistim” o zamanlar bir gazetecinin oldurulmesinin “ozgurluk” icin nasil bir darbe olacagini. Yakilan mumlarin, "ugur mumcular olmez" demek oldugunu biliyordum ama aydinlik bir Turkiye icin oldugunu anlayamamistim.
Dedim ya henuz ilk okuldaydim...

14 yil gecti aradan. Buyudum. Ilk okul siralarinda degilim artik ama ilk okul siralarindaki o bilincsiz de degilim. “Anliyorum” artik.

Egitim-ogretimde egitimin onemini anliyorum. Sadece okulda olmadigini, egitimin asil yasarken ogrenildigini biliyorum hem de orneklerle. Ugur Mumcu’yu anliyorum artik, vurulduk ey halkim unutma bizi'yi. 14 yil sonra neden Ugur Mumcu’yu andigimizi ve daha yillarca anmamiz gerektigini anliyorum.

14 yil sonra Turkiyeli bir Ermeni oldugunu soyledi diye, sirf Turkum demedi diye, Turkiye’yi senden benden hatta katilinden bile daha cok seven bir gazeteci haince olduruluyor ve ben bu durumun ehemmiyetini anlayabiliyorum. bir donem, almanya’ya calismaya giden binlerce turk’un almanya’da dogan cocuklari gibi diyorum. Almanyali Turk cocuklari nasil ki alman olmaya zorlanamazlarsa Dink’ten de kendi milletini, ozunu inkar etmesi istenemezdi. Zaten Turk olsun olmasin, ben, “Fransa’daki yasa tasarisi kabul edilirse gidip turkler ermeni soykirimi yapmamistir” lafini soyleyen birinin bu milleti ne kadar sevdigini anliyorum.

Yasasin halklarin kardesligi” “hepimiz ermeniyiz” “ne mutlu turkiyeliyim diyene” derken artik dil, din, irk, renk, mezhep hatta cinsiyet ayrimlarina son verip sadece yurtta baris, cihanda baris istendigini anliyorum. Ortak amacin; zamaninda her milletten yeterince kan dokuldugu, artik daha fazla kan akitilmak istenmedigi oldugunu, torunlarimizin da bizler gibi dedelerinden bahsederken “bu topraklar ugruna olduler” yerine “bir arada baris icinde yasadilar” dedirtebilmek oldugunu anliyorum.

Bir zamanlar kucuktum ve ugur mumcu cinayetinin insan hak ve ozgurlukleri icin ehemmiyetini anlayamamistim.

Peki ama herkes mi kucuktu. Hrant Dink cinayetinin ardindan bir cetenin oldugu bu kadar belli iken cikip milliyetci duygularla islenmis bir cinayettir aciklamasini yapanlar hic de kucuk degiller. Hrant dink’e “turklügü asagilamistir” damgasini vuranlar da ya da “bir dost” vasitasiyla alenen onu tehit edenler de.
Trabzon’da gencler linc edilmeye calisildiginda da kucuk degillerdi, bir papaz vuruldugunda da. Onlar, Ugur Mumcu olduruldugunde, aslinda dusunce ozgurlugunun vuruldugunu anlayabilecek kadar buyuklerdi.

O zaman butun bu olanlari arkasindaki gercekleri, yarattigi tehdit ve tehlikeleri ve durumun ciddiyetini nasil anlamazlar.

Yok yok anlamamak mumkun degil. Bu olsa olsa cikarlari dogrultusunda “anlamak istememek”.

23 Ocak 2007

Sevgiliye Mektup

Cok sey soylemek isterdim belki ama ne sozlerim hissettiklerime tercuman olur ne de haksiz yere oldurulenleri geri getirir...

En iyisi susmak ve bedeninin yarisini ugurlayan Rakel Dink'i dinlemek:


"Sevgili dostlar, bugün bedenimin yarsını, sevgilimi, çocuklarımın babasını, ailemizin büyüğünü, sizin kardeşinizi uğurluyoruz. Sağdakine soldakine, öndekine, arkadakine rahatsızlık vermeden, saygısızlık yapmadan, sloganlar atmadan ve pankartlar açmadan sessiz bir saygı yürüyüşü gerçekleştiriyoruz. Bugün sessizlik ile büyük bir ses yükselteceğiz. Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27 olsun, katil kim olursa olsun bir zamanlar bebek olduğunu da biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratmayı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim. Sevgilim! Bedenin yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doyamadan gittin. Biz de geleceğiz sevgilim, o eşsiz cennete...Oraya yalnız sevgi girer. Orada gerçek sevgiyle bir arada ebediyen yaşayacağız. Kimseyi kıskanmayan, öldürmeyen, aşağılamayan, kin tutmayan, bağışlayan, kardeşini sayan, bir sevgi, Mesih’te bulunan sevgi... Hangi karanlık yaptıklarını, söylediklerini unutturabilir Sevgilim! Korku mu? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevki sefhası mı? Yoksa ölüm mü Sevgilim? Ben de sana yazdım, aşk mektubunu Sevgilim! Bunları yazmak zor oldu Sevgilim! Onun için dokunulmazlar yoktu. Büyük bir bedel ödedi. Nefretle hakaretle, kanı kandan üstün tutarak güzel gelecekler olmaz kardeşlerim. Kanı kandan üstün tutmak olmaz kardeşlerim... Bedeni daha yaşlanmadan sevdiklerinden aniden ayrıldı. Biz de geleceğiz sevgilim. Oraya sadece sevgi girer. Orda gerçek sevgi ile bir arada ebedi cennete ulaşağız. Kimseyi kıskanmayan kimsenin malında gözü olmayan sevgi kardeşin hakkında gözü olmayan sevgi. Ah sevgilim yaptıklarını konuştuklarını kim unutturabilir sevgilim! Korku unutturabilir mi? Yaşam mı? Zulüm mü? Zevk-i sefa mı? Yoksa Ölüm mü? Hiçbiri sevgilim.

Sevdiklerinden ayrıldın çocuklarından ayrıldın? Kucağımdan ayrıldın ama ülkenden ayrılmadın sevgilim

Kardeşlerim, onun dostluğa olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü. Diyorlar ki, o büyük bir adam. Size soruyorum, o büyük mü doğdu, o da bizim gibi doğdu. O da topraktandı, bizim gibi çürüyen bir beden, gözlerindeki sevgi onu büyük yaptı. İnsan kendiliğinden büyük olmaz, insanı yaptıkları büyük yapar. Evet o büyük oldu, çünkü büyük düşündü, büyük söyledi. Sessizce büyük konuştunuz. Siz de büyüksünüz. Bu kadarla yetinmeyin. Nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak kardeşlik olmaz."

19 Ocak 2007

Güle Güle Hrant Dink

Bir mum daha sondu. Bir gazeteci cinayeti daha...
Artik ben turkluk nameleri atanlarin isledigi cinayetlerle dolu bir Turkiye'de yasamak istemiyorum. Artik ben sagda solda katil turk gormek istemiyorum. Artik sesli dusunen insanlarin su ya da bu nedenle hayatlarina son verilmesini istemiyorum. Artik derin devlet istemiyorum.
Artik hak ve adalet istiyorum!!!


Yayın yönetmeni ve tarihçi Hrant Dink'in Agos gazetesinde yayınlanan 10 Ocak tarihli son yazısı.

"Ruh halimin güvercin tedirginliği"

Başlangıcında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “Türk olmadığımı... Türkiyeli ve Ermeni olduğumu” söylediğim için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.
Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum. Urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri.
Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “Türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti.Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.Kendimden emindimAma hayret işte! Dava açılmıştı.Yine de iyimserliğimi kaybetmedim.
O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz’e “Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı.
Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu.
Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.“Ya sabır” çeke çeke...Ama dönülmedi. Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi. Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi.Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım... Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı.
“Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca.
Davanın her celsesinde “Türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. Her seferinde “Türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.
Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.
Tüm bunlara “Ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.
Tek silahım samimiyetim Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı. Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım.
Hakim “Türk Milleti” adına karar vermişti ve benim “Türklüğü aşağıladığımı” hukuken tescillemişti. Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.
Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı.
İşte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve “Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim”i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:
“Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay’da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.”
Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.
Kara mizah
Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS’takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk. “Kara mizah” dedikleri bu olsa gerek. Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki?Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.
“Türk Devleti adına”
İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki “Adalet sistemi”ne ve “Hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım.
Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu?
Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargı’sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil.
Yargı yurttaşın haklarını değil, Devlet’i koruyor.Yargı yurttaşın yanında değil, Devlet’in güdümünde.Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar “Türk Milleti adına” deniyor olsa da, şu çok açık ki “Türk Milleti adına” değil, “Türk Devleti adına” verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtay’a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi?
Hem sonra zaten, Yargıtay’dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu?Azınlık Vakıfları’nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?Başsavcının çabasına rağmenNitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu?Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu.Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı. Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.
Güvercin gibi
Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.
Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.(Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)
Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum. Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim...Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.
İşte size bedel
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?“Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?” Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi...İşte size bedel... İşte size bedel...İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?“Ölüm-Kalım” dedikleriKolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız.Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında...O noktada hep çaresiz kaldım.“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.Kalmak ve direnmekİyi de, gidersek nereye gidecektik?Ermenistan’a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?Rahat bana batardı!“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.Kalacaktık ve direnecektik.Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915‘teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı... Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.
Ürkek ve özgür
Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum.Bu dava kaç yıl sürer, bilemem.Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

17 Ocak 2007

Ömrün en Beğenilenleri

*Baslik calintidir=)*

Ömrün en begenilenleri #1;

Gael Garcia Bernal

30 Kasim 1978 Meksika dogumlu. Oyuncu bir aileden geldigi icin, cocuk yasta ilk oyunculuk performansini sergileme sansi bulmus. Ingilizce, Ispanyolca, Fransizca ve Italyanca konusuyor (ki daha ne olsun).
En begendigi aktris; "Juliette Binoche" (iste bu konuda da hemfikiriz...)
Ama ama tek noktasi boyu; maalesef 1.68m =(

Oynadigi Filmler:
  • Amores Perros (2000)
  • Y Tu Mama También (2001)
  • El Crimen Del Pedro Amaro (2002)
  • I am with Lucy (2002)
  • Dreaming of Julia (2003)
  • Diarios de motocicleta (2004)
  • La Mala Educación (2004)
  • La Science des Rêves (2006)
  • Babel (2006)

Ömrün en begenilenleri #2;

Moritz Bleibtreu

13 Agustos 1971 Almanya dogumlu. Ilginctir annesinin soyadini almis. Bleibtreu; "I will remain faithful" demekmis. Almanca, Ingılızce, Italyanca ve Fransizca konusabiliyor.

Maalesef Moritz de boy konusunda tatmin edici degil; 1.73 m =(

Filmleri:

  • Knockin' on Heaven's Door (1997)
  • Lola Rennt (1998)
  • Im Juli (2000)
  • Taking Sides (2001)
  • Das Experiment (2001)
  • Solino (2002)
  • Munich (2005)
  • Le Concile de Pierre (2006)
  • Elementarteilchen (2006)

Ömrün en begenilenleri #3;

Johnny Depp

9 Haziran 1963 ABD dogumlu oyuncu. Aslinda rock sarkicisi olmak isterken, Los Angeles'a gittikten sonra oyuncu olmaya karar veriyor (Hollywood havasini carpmis olmali). Ve ilk karisi sayesinde Nicholas Cage ile tanisiyor.

Tabii Johnny Depp demisken Tim Burton ismini kullanmadan olmaz. Cunku onlar Hollywood'un belki de en populer (ve en basarili) oyuncu-yonetmen ikilisini olusturuyorlar.

Bir rivayete göre yaklasik 75 kere nisanlanmistir kendisi.

Boyu, nispeten daha iyi; 1.78m...

Oynadigi filmler;

  • A Nightmare on Elm Street (1984)
  • Private Resort (1985)
  • Platoon (1986)
  • Cry-baby (1990)
  • Edward Scissorhands (1990)
  • Arizona Dream (1993)
  • Benny & Joon (1993)
  • What's Eating Gilbert Grape (1993)
  • Ed Wood (1994)
  • Don Juan de Marco (1995)
  • Dead Man (1995)
  • Nick of Time (1995)
  • Donnie Brasco (1997)
  • The Brave (1997)
  • Fear and Loathing in Las Vegas (1998)
  • The Ninth Gate (1999)
  • The Astronaut's Wife (1999)
  • Sleepy Hollow (1999)
  • The Man Who Cried (2000)
  • Before Night Falls (2000)
  • Chocolat (2000)
  • Blow (2001)
  • From Hell (2001)
  • Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl (2003)
  • Once Upon a Time In Mexico (2003)
  • Secret Window (2004)
  • Finding Neverland (2004)
  • The Libertine (2004)
  • Charlie and the Chocolate Factory (2005)
  • Corpse Bride (2005) (seslendirme)
  • Pirates of the Caribbean: Dead Man' s Chest (2006)
  • Pirates of the Caribbean 3 (2007)

Sizin ömrünüzün en begenilenleri...???

15 Ocak 2007

Mütemadiyen Ağlıyorum

Evet agliyorum. Ama oyle boyle degil. Ne izlersem izliyim, ne dinlersem dinliyim agliyorum. Hem de eger yalnizsam, gozyaslarim sele donusuyor. Hani su bir reklam filminde hamile olan kadin cizgifilm bile izlerken agliyor ya! Hih iste aynen onun gibiyim...
Olum haberlerine zaten her daim agladigim icin, ne zaman haberleri izlesem agliyorum. Odtulu dagcilar hayatlarini yitirmisler hem de bir tanesinin dogumgunuymus. oyle sadece "tuhh daha gencecikmis" "ahh vahh" ile duramiyorum. Gözlerim tercüman oluyor hislerime dilim degil.

Sonra sonra Adile Nasit, Munir Ozkul varsa eger bir turk filminde gene yaslar bosaliyor. Ustelik sadece yesilcam filmleri dgil, son donem turk filmlerinin buyuk cogunlugu aglatmayi basariyor beni.

Belli sarkilarim vardir benim. Donem donem dinlemeyi cok sevdigim. bazen ara verdigim ama asla tumuyle hayatimdan cikaramadigim sarkilar... En cok gozlerim onlarda islanir.

Kitaplar evet kitaplar, en uun etkiyi onlar yapiyor ustelik. Sonucta 5 dakikalik bir sarki ya da 2 saaatlik bir film degil ki. En azindan bir kac gunun aliyor bir kitap ve bir anda bir satirdaki bir olaya ya da söze takiliyor insan. Ve gene ayni son...

Korkuyorum yakinda bir tabloya bakarken de gözlerim yasla dolucak!

N'oldu bana boyle?

06 Ocak 2007

Geçmişten Bahsederken Gülümseyebilmek

Neler yasiyoruz, bazen bilincli bazense farkinda olmadan. Aslinda cok sey sigdiriyoruz su kisacik omrumuze. Bunu, gecmisi dusununce farkediyor insan.
Pismanliklari oluyor insanin, hatalari. Sonunun nasil olacagini -aslinda- bile bile engel olamiyor insan kendine, atese atlarken. Illa yasak elmadan isirmak istiyor bir kere bile olsa. Yasak olmasi belki de cekici geliyor.
Ama sonrasi; "hüsran".
Bazen istemeden kotu noktalaniyor hayatinin bir kesiti insanin. Elinden gelen her seyi yapiyor ama oyun kurallarini bilmedigi icin, kuralina göre oynayamiyor.

Gecmise baktiginda tekrar tekrar yasak elmayi ısırışı ya da maglubiyetleri geliyor aklina. Kendiyle barisik olmaya calisiyor her seferinde artik guzel seyler hatirlamak istedigini soyluyor ama sadece yerinde sayiyor. Dünden bile bahsederken üzülüyor.

Bana, akip giden zamanin, acilarimizi giyinen pisligin teki oldugu soyleniyor
.....

Derken iki sene oncesinden bir ses duyuyor. Tipki iki sene once ona sadece onun seslendigi sekilde seslenen... Ikı sene once, eylul ayinda hayatinin en guzel sonbaharını yasadigi donemden. Birden etrafta dolasan karabulutlar kayboluyor. Sanki gecenin ikisinde gunes doguyor aniden, etraf aydinlaniyor. Tum kotu gunler gidiyor ve o karabulutlar ardina atilmis guzel gunler tekrar canlaniyor hafizalarda.

Ve tesadufi bir sekilde birden olumsuzlesiyor hayatin bir donemi; bir sarkiyla, bir sozle, bir filmle ya da hepsiyle...
Gülümsüyor insan. Kocaman bir gülücük...

http://www.youtube.com/watch?v=jayvplLNS8o

04 Ocak 2007

Dost ve Boşver

-sinavim cok kotu gecti. n'apicam bilemiyorum. kalmamam gerekiyor bu dersten.
-bosver ya takma kafana.

- biliyor musun biz ayrildik. iki senedir beraberdik. ve artik o yok.
- bosver, baska birini bulursun.

-annemle tartistik. sanirim bir sure konusmayacagiz.
- bosver bir sey olmaz. duzelir iki gune kadar araniz.
...

Ne kadar kolay olurdu hayat, bosverebilseydik. Zaman zaman yasadigimiz maglubiyetleri umursamasak, sanki hic birsey olmamis gibi yasamaya devam edebilsek. Ne kadar kolay olurdu bizim icin en zor olani bosverebilmeyi basarsaydik. Ama olmuyor iste. Deniyoruz fakat bosveremiyoruz. Zaten bosveremedigimiz icin birileri ile paylasma ihtiyaci duyuyoruz. Bazen sadece anlatip rahatlamak istiyoruz, Bazense yureklendirici bir cift soz.

Ve dostlar... Bosveremedigimiz zamanlardaki siginilacak liman. Söz gumusse sukutun altin oldugunu bilip, bosver'lerle sizi gecistirmeye calismadan, yeri geldiginde sadece dinleyenler.
Dost ve bosver, ayni cumlede tezat yaratirlar.

Çocuksun Sen

I.
Dünyanin disina atilmis bir adimdin sen
Ömrümüzse karsiliksiz sorulardi hepsi bu
Su samanyolu hani avuclarindan dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuga çikiyorum kar yagiyor
Bir ask tipiye tutuluyor daha ilk dönemecte

Cocuksun sen sesindeki tipiye tutuldugum

Dönüsen ve suya dönüsen sorular soruyorsun
Sesin bir çaglayan olup dolduruyor uçurumlarimi
Kötü bir anlaticiyim oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davraniyorum
Kekemeyim en az kasabali asklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler ariyorum ayriliklar için

Bir yanlisligim bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun daga tasa
Bir daha dogmamak için dogmak diyorsun
Öümlülerin isi bir de mutlu olanlarin onlarin
Hep bir öyküsü olur ve yasarlar
Birakip gidemezler alistiklari ne varsa
Çocuksun sen her ayrilikta imlasi bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karsiligini bilmiyor kimse
Kötü bir anlaticiyim oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adi ask oluyor artik
Asksa dünyanin çoktan unuttugu bir tansik
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düsüyorsun bir çiy damlasi olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarimin içindesin
Sonsuz bir uykuya daliyorum sonra ve sen

Hiç büyümüyorsun artik iyi ki büyümüyorsun
Adinla basliyorum her siire ve her misrada
Esirgeyensin bagislayansin, biad ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre degil

II
Çocuksun sen sesinin çaglayanina düstüm
Bir çiçege tutundum düserken, ordayim hâlâ
Sallanip durmaktayim bir saatin sarkaci
Nasil gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
zaman benim iste, nesnelesiyor tüm anlar
dursam ölürüm paramparça olur dünya

Çocuksun sen sesinin çaglayanina düstügüm

Uçurum diyordun bir ask uçurum özlemidir
Birakiyorum öyleyse kendimi sesinin bosluguna
Tutunabilecegim tüm umutlari görmiyeyim için
Gözlerimi bagliyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha baglanmisti, bunu
unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
Bir rüzgâr esse ellerin feslegen kokuyor
Kirlangiçlar konuyor alnina aksamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan agaciyla konusuyorum
Ayriligin zorlastigi yerdeyim ve dalginligim
Bir mülteci hüznüne dönüyor artik bu kentte

Çocuksun sen alnina kirlangiçlar konan

Bir bulutun pesine takilip gittigimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batik bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizligim firtinalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yaniklari içinde
Ve gittikçe acitiyor yaralarimi tuzlu su

Çocuksun sen, büyümek yakismazdi hiç
Gülüsünün kokusuyla yeserdi bu elma agaci
(solugunun elma kokmasi bundandi belki)
Bir elma kokusuna tutundum düserken
Sallanip durmaktayim bir saatin sarkaci
Nasil gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

Çocuksun sen, çocugumsun

Ahmet Telli

03 Ocak 2007

Askin Kimyasi

Ask, cogu zaman bir soygaz kadar kararlidir; ne yaparsan yap hic bir seyle tepkimeye girmezler, asiksaniz eger bunu hic bir sey degistiremez.
Bu kararlilik bazen bir benzen kadar zararli olabilir. Vücuttan iceri alinir, hücrelerinize kadar hic bozulmadan ilerler ve yavasca adami kanser eder.
Bazen aseton gibi iyi bir cozucu olabilir. Hayattaki tüm sorunlarimizi cözmemizi saglar, her seye pozitif yaklasmamizi.
Eger asik oldugunuz kisi de sizi seviyorsa denge reaksiyonu gibidir ancak bazi dis etkenler bu dengeyi bozabilir.
Bazen bir alkin gibi 3 bag yaparsiniz asik oldugunuz kisiyle. Olabildigince cok bagini siz ele gecirmek istersiniz cunku baskasiyla paylasmaya kiyamazsiniz. Ancak asla tümünü ele geciremezsiniz.
Metanol etkisi yapar, ask. Gözlerinizi kör edebilir. Aman dikkat!
Bazen 3 ya da 4 karbonlu halkalar gibidir. Siz birine asiksinizdir. o ise baska birine. bambaska biri de size….
Diklorometan gibi kaynama noktasi cok düsüktür bazen. aninda ucup gidebilir. Eser kalmaz.
Damitilmis su gibidir, saftir.
Organik bir birlesigin nmr spektroskopisi'nde verdigi "peak"ler gibi, ask da, bazen bir sarkida, bazen romantik bir filmde bazense bir parfüm kokusunda kalbimizde tepecikler olusmasina neden olur.
Kisacasi ask; kompleks olusturur kalbimiz, bedenimiz ve
beynimizle!

Merhaba 2007

Hayatimdan kesitler hatirlarken yazdiklarimi okumayi her zaman sevmisimdir. Ama nedense yasarken bunlari yazmaya hep useniyorum. Bu defa basarili olmayi umut ediyorum.
Hosgeldin 2007 ve yeni blog sayfam.
.
Hosgeldin 23 yasindaki ben. Her yeni gun ogrendigin yeni seylerle beni her gun sasirtmayi basardigin icin yeni geldin sayilir.
Hosgeldin...