13 Şubat 2011

Bosluk

Kendime küskünüm bu siralar... Hayati takip etmedigim icin, gunu yakalayamadigim, her seyi bosverdigim icin. Aslinda her seyi bosvermedim. Spor yapmiyoum kitap okumuyorum sinemaya gitmiyorum 2 senedir yurtdisina cikmiyorum evet ama arkadaslarimi hala dusunuyorum onlari ozluyorum. Onlar da beni dusunuyormudur ki????

09 Mayıs 2010

Yeni bir Külkedisi hikayesinden başka ne kaldi elimde? Sabahlar olmasa, gün ışığı gerçeğin çirkin ve hazin yüzünü göstermese... Hep masaldaki Cindirella olarak kalsak...

12 Nisan 2010

Amreeka



Bugun festivalde bu isimli bir film izledim. Green card basvurusu yapan Filistinli bir kadinin ogluyla beraber Illinois eyaletinde basina gelenler anlatilmis. Insan ister istemez kendini kadinin yerine koyuveriyor.

Konusu itibariyle agir bir film olmasi beklenirken mizansen ogelerle desteklenmis film ve bir cok sahnede kahkahalar atiyorsunuz.

Ozellikle ABD'deki arkadaslara tavsiye edilir :)

31 Mart 2010

Dünya yalan söylüyor çocuk...

14 Mart 2010

Sanki bir gun hepimiz kanserden olucekmisiz gibi geliyor bana...

10 Mart 2010

Ama Emek yaaa :(

Tez yaziyorum. Son aldigim bilgilere gore 31 martta tezimi sunuyorum. Bgunu saymazsak 20 gunum kaldi. Stres, heyecan, korku, gerginlik...

Neyse asil soylemek istedigim bu degil. Tabii ki tez bitimi neler yapabilirim diye baktim vee Film Festivali tez sunumumdan 3 gun sonra basliyor. Oleyyy diyerek IKSV'nin sayfasina baktim.

Vee..... Emek Sinemasi yok mekanlarda!!! İnanabiliyor musunuz Emeksiz bir festival. Ogrendim ki zaten uzun suredir kapaliymis, ogrendim ki yerine daha buyuk bir sinema salonu falan falan yapilacakmis.

Ne kadar uzuldugumu eminim Irem tahmin ediyordur ve eminim benim kadar uzulmustur simdi... Her Emek'e gidisimizde orayi ne cok sevdigimizi, tavaninin cok guzel oldugunu, su tuvaletleri de parali olmasa super olacagini konusur dururduk. Bir cok animiz var orda. Bilet alirken, reklamlari izlerken, filmin baslamasini beklerken.

Sanirim uzun suredir bu kadar uzulmemistim...

23 Şubat 2010

Bir Intihar Aksami

Kısacık yoğun bir akşam
herkesin yüzünün bir anıya karıştığı
yoğun bir akşam
bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde
ve bir intihar üstüne söylenti
bütün kıyıları dolaştı durdu
kısacık bir akşam

Kısacık serin bir akşam
kelebeklerin atlarla yarıştığı
yoğun bir akşam
bazı mektuplar damgalandı postanelerde
oturuldu bir takım şarkılar söylendi
bir adam bir kadının kapısını vurdu
kısacık bir akşam

Neyi söylesem bir kahramanlıktı
içinde azıcık buluştuğumuz
bir bulutla bir kağıt peçete arasında
kısacık yoğun bir akşam
şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
kısacık yoğun bir akşam

Her şey bir unutkanlıktı
arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
kısacık yoğun bir akşam
biliyordum bir soğuktu nereye varsam
bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
kısacık yoğun bir akşam.

Kim karıştırdı gerçekliğine
yaşadığım sonsuzluğun
ve oturuldu bir takım şeyler söylendi
imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
kısacık bir akşam
duraladım ne yapsam

Kim karıştırdı gerçekliğine
su terazilerindeki ensizliğin
ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi
araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
kısacık bir akşam
o kadar kısa ki bir akşam

yüzümü suyun ardında buldum
kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
kısacık yoğun bir akşam
serin bir akşam öyle söylediler...

13 Şubat 2010

Lethe

Bundan çok çok zaman önce, insanlar yalnizca bir yerde yasarmis, “unutus sehri” denilen yerde. Ismi böyleymis çünkü sehrin tam ortasindan “unutus nehri” geçermis. Yeryüzündeki bütün sular ondan gelir ve ona geri dönermis.

Bütün su parçalari ondan ayrildiktan sonra ona dayanilmaz bir özlem duyarmis, ayrildiklarinda kendilerini hatirlar, onla birlestiklerinde ise onda kendilerini unuturlarmis. Bilge insanlardan birisi bu öyküyü duydugunda kendi kendisine sunu sormus :

“ Bunlar neden kendilerini hatirlamak degil de kendilerini unutmak istiyorlar ? Neden ona özlem duyuyorlar ? ”
Buna cevap verilmeden önce anlatilmasi gereken baska seyler de varmis.
Nehre yalnizca baska su parçalari katilmazmis, insanlar da o nehre girermis ve bambaska kisiler olarak çikarlarmis. Söylendigine göre nehir herkesi kabul etmez, kabul etmediklerini kendisinde bogarmis. Baska bir bilge insan da sunu sormus :

“ Nehir neden bazilarimizi boguyor da, bazilarimiza ölümlüyken ölümsüzlügü armagan ediyor? ”
Bilgenin ölümüyken ölümsüz olmaktan kastettigi, insanlarin nehre her girislerinde geçmiste yasadigi acilari unutmalari ve yalnizca güzellikleri hatirlamalariymis. Nehir bunlarla da kalmiyor, insanlarin istedigi kaderi onlara bagisliyormus… ( Tabi bunlar sadece insanlarin anlattiklari. )
Fakat insanlarin yapmasi gereken bir seçim varmis, o da nehre ne zaman girmeleri gerektigi üzerineymis. Herkesin bir hakki varmis, ayrica nehre girecek olan bogulma riskiyle de karsi karsiyaymis.

Seçim zamani ve bogulma konusunda anlatilan çesitli hikayeler varmis, ama en yaygin olani suymus :

“ Insanlar nehre girecekleri zamani bogulmaktan korkmadiklari zaman seçmelilermis, böylece en yüce güzellikler ve sonsuz hayat onlara bahsedilirmis. Bogulmaktan korkanlar ise insanliklarindan olur, sonsuzlugun sahte bir görünüsünü yasarmis. Bogulmaktan korkmayanlar ise gerçek sonsuzluga yol alirmis, gerçek yasamin en derinlerine…”

Bunu çok çesitli sekillerde yorumlayanlar oluyormus, ama genel olarak bogulmaktan korkmayanlarin bogulmadigi düsüncesi hakimmis… Içlerinden yalniz birkaçi farkli düsünüyormus. Bunlar içinde de kendisinden en emin olan bir tanesi varmis, Lethe isminde bir genç. Düsüncesini hiç kimseye anlatmamis ve bir gün ansizin merakli bakislar altinda nehre girivermis. Onu bir daha gören olmamis. Sehir halki onun da digerleri gibi korktugundan boguldugunu düsünmüs…

Lethe suya girer girmez sonsuz isik demeti gözlerini kamastirmis, suyun içerisinde nefes alabildigini hissetmis… Akinti onu nehrin en derinlerine çekmis ve kendini birden daha önce hiç görmedigi bir yerde buluvermis. Etrafina toplananlardan bazilarini tanimis, önceden boguldugu düsünülen kisilermis bunlar…

“ Neden bu kadar geciktin ?” demis içlerinden biri.

Lethe sasirmis ve herhangi bir cevap verememis.
Baska bir kisi devam etmis :

“ Biz gerçekten bogulmaktan korkmayanlariz, tam anlamiyla nehirde kendini unutmaya hazir olanlariz . ”

“Anliyorum ama neden bu saklaniyor digerlerinden ? “

“ Kimseden bisey saklandigi yok, sadece herkes kendisi bulmak zorunda, hepsi bu. Kimseye sahip olmadigi sey verilemez.”

Lethe’ nin geldigi bu yerde insanlar çok mutluymus, kötülük ve çirkinlik orada adeta hiçlige devinmis, yok olmus. Lethe hiç gecenin gelmedigi yerde, digerlerinin de bundan haberdar olmasi gerektigini düsünüp durmus. Ve suya tekrar girmis, bundan sonrasini pek hatirlamiyor ama uyandiginda kendisini unutus sehrinde buluvermis…Kendine geldiginde, ona ne oldugunu sormus :
Sehir halkindan birisi onun bogulmak üzereyken kurtarildigini söylemis.
(Aslinda Lethe’ nin suda boguldugunu düsünmüslerdi, fakat unutus nehri bunu onlara unutturmus ve zihinlerine baska bir durumu yazmisti.)
Lethe bu cevap karsisinda sasirip kalmis, ve buna inanmak istememis.
Hiç gece olmayan yerin olmadigini düsünmek onu çildirtmis, artik hiç kimsenin ona inanmayacagini biliyormus, gene de bazi kisilere anlatmis. Anlattigi kisiler onunla alay edip, çildirdigini düsünmüsler. Sehir halkinin da görüsüyle onu bir yere kapatmislar, oradan ölünceye kadar hiç çikartilmamis…O sehirde olup da ölen tek kisi oymus!

Unutus irmaginin ismini Lethe’ den aldigi söylenir, bu hikayeyle nehir ve Lethe özdes olmustur. Lethe “kendini” nehirde birakmis, çildirmistir. Nehir ise Lethe’ nin bu durumuna üzülür, onu tekrar gecenin olmadigi sehre de götüremeyecegini bilmektedir.Ve onun ismini alarak onu ölümsüzlestirir, artik nehrin ismi Lethe olmustur. Böylece unutus irmaginda ölen tek kisi “kendini” unutus irmaginda yeniden bulmus ve ölümsüzlügünü kazanmistir.
Öykü böyle sonlaniyor ama Bilgelerin sordugu sorulara da yanit vermeliymisiz, yoksa bizde o nehirde bogulurmusuz…( aslinda böyle yaparsak ölümsüzlüge bile kavusabiliriz.)
Ilk soruya söyle yanit verilebilir, su parçalari nehirden ayrildiklarinda kendilerini hatirliyormus ama zamanla bu hatirlama etkisini yitiriyormus ve nehre geri dönüp kendilerini tamamen unutmak istiyorlarmis, çünkü hatirlama etkisini yitirdikten sonra onlari nehre karsi dayanilmaz bir özlem sararmis. Özlem ancak onunla bütünlesince son bulurmus, nehre girdikleri anda kendilerini unuturlarmis ama nehre ilk girdiklerinde “kendiyi” yani kendilerini hatirlamalari gerekirmis ki “kendilerini” unutabilsinler… Orasi hem “kendi” olduklari hem de “kendilerini” yitirdikleri tek yermis.
Ikinci soruya ise söyle karsilik verilebilir. sehirdekiler ölümsüzlügün yani tüm mutluluklarin kendilerine; bogulmadiklari için, bogulmaktan korkmadiklari için verildigini düsünürmüs, ama aslinda durum tam tersiymis. Öyle ki asil korkanlar onlarmis ve gerçeklerden habersiz olarak sahte bir dünya içerisinde yasamaktaymislar. Bogulanlar ise gerçek hayata gözlerini açanlarmis aslinda, gerçekten korkmayanlar ve kendi kaderlerini kendileri yaratmayi göze alanlarmis!
Ama en önemli noktayi unutmak bu sirlari anlatana hiç yakismazmis :
O da suymus :
“Gecenin hiç olmadigi yerde kendi kaderlerini kendileri yaratmayi seçenler yasarmis ve onlar gerçekten de ölürmüs. Çünkü sonsuzluk sonluluk olmadan yasanmazmis. Lethe nehrinin kenarinda yasayanlar ise kendilerini aslinda olmayan kadere biraktiklari için gerçek hayata hiç yaklasamayanlarmis, onlar sonsuzlugu sonlu olmadan yasamak isteyenlermis ve korkmadiklarini söyledikleri halde kendilerinden en çok korkanlarmis…”



10 Şubat 2010

Que diras-tu ce soir, pauvre âme solitaire

Okuldaki hhmmm... evet 8. yilimi bitirmek uzereyim. Ilk defa kendimi okuldaki ilk gunlerimdeki gibi yabanci hissediyorum. Gitme vakti geldi Bogazici. Ezgi'nin Gunlugu dinlerken zevk alamiyorsam, spor yapmak icin birilerini gaza getirecek hevesim yoksa, şişmanlik artik komik degilse, bana artik yeni arkadaslar vermek yerine onlari benden almaya basladiysan ve artik ev sahibi gibi degil de misafirmisim gibi oturuyorsam, aşk bitti ve saygi da bitmeden seni terk etme vakti geldi demektir.

Tabii "her kadin" gibi tutunacak baska bir dal bulmadan seni birakamam, biliyorsun...

29 Ocak 2010

Darwin kirilmasin diye ...

Biri bir kac ay once doktor olmus digerleri hala doktoralarina devam eden fizikten 3 arkadasim ile gecen aksam okulun ordan taksiye bindik Taksim'e gitmek icin. Tabii bize askerde basina gelenleri anlatiyordu bir onceki yazida da belirttigim gibi. Darwin, evrim falan filan derken, taksici dayanamadi ve konusmaya atladi hem de sunun gibi sacma bir cumleyle: "Siz Darwin'in evrim teorisini biliyor musunuz?"
Biz neden bahsediyorduk ki?
Evet dedik biliyoruz. devam etti sevgili amcamiz. "O curutuldu biliyorsunuz!" ..!??*!!
Biz ilk basta ortam gerilmesin diye bir sey soylemedik sadece boyle kesin seyler soyleyemezsiniz dedik. Sonra devam etti, ve sonucta evrim teorisi canlilarin varoluşunu inkar ediyor varoluş mucizesini yok sayiyor dedi. Agzindaki baklanin aslinda bu oldugunun tabii hepimiz farkindayiz. Darwin vs Tanri.
Arkadaslarimdan biri gene duzgun bir bicimde acikladi, Darwin varolus hakkinda bir sey soylemiyor ki diye.

Taksici bu sefer iyice cosuyor ve evrim teorisi ile beraber materyalizmin de coktugunu, bunlari bir kitapta okudugunu soyleyerek sahlaniyor kendince. Devaminda da "evrim teorisi guclu olanin hayatta kalmasi gucsuzun ise yasamina devam edememesi" diyor. Mesel bu Stalin, Hitler ya da Amerika'nin baskici tutumu hep Darwin'den sonra ortaya cikiyor" diyip kendince evrim teorisini suclayici bize gore ise tam da evrimi kanitlayici ornekler veriyor.

Sonunda bir arkadasim daha fazla dayanamayip, sakin bir ses tonu ile, "Darwin'in hatri icin mi bu baskici tutumu surdurup, gucsuzu eziyorlar? Oyle sey olur mu" diyerek son noktayi koydu.

O gece butun kadehlerimizi Darwin kirilmasin diye ictik...

Yüzde Bir

Coookkk sevdigim bir arkadasim askerden geldi. Kendisi hem antimilitarist hem 32 yasinda hem de uyumayi seven biri oldugu icin dusuncelerini tahmin edersiniz az-cok

Her gunu tekk tek saydim dedi. Sizin o onemsemediginiz gunlerin her birini biliyorum ben dedi.
Banyo yapmak icin 150 metre yürümek, bir ara sicak su bulunmadigindan haftada bir banyo yapmak, sicakta deli gibi terleten sogukta donmana en ufak engel olmayan kiyafetler giymek. Sabah havanin en soguk oldugu saatlerde 4-6 arasi nobetleri. astlar-ustler. Sadece gorunen sorunlari.
Bunu disinda 600 kisi icinde baska doktorun bulunmamasi. Ben fizik doktoruyum, normal bildiginiz doktor degil bile desen bilegim agriyor suna bir bakiversen diye sana gelenler.
Sevgisizlikten ve acliktn birbirlerini boyunlarindan opup, eski maceralarini birbirlerine anlatirken, yüzde yüz karim bakire olmali mentalitesi. Darwin teorisine inancin yuzde sifir olmasi ve azimle baliklar, evrimlesme, zaman falan diye anlatan arkadasima madem oyle biz neden yuzemiyoruz sorulari...

Sonunda farkediyoruz ki bizler kapali bir fanusun icinde yasiyoruz aslinda. Turkiye bizden olusmuyor. DTP'nin kapatilmasini cahilce destekleyen, Darwin'i deli olarak goren, müslüman, türk ve erkek olmayanlari yok sayan, 30 yasindaki bir erkegin evli ya da nisanli olmamasina saskin gozlerle bakan, nenden-sonuc aramayan bir toplumuz biz.

Bebekten katil, bir katilden de tv yarisma programina juri yapabilen posta okuyan bir toplumuz hem de...

28 Ocak 2010

Ne o Sarap nereye boyle?

1 ay oldu...
Ama hala inanasim gelmiyor. sanki bolume gittigimde onu gorucekmisim gibi geldigi icin, gercekle yuzlesmemek icin nadiren okula gidiyorum artik. Zaten bir turlu gecmeyen oksurugum geceleri bir kac saatlik uykumu da elimden aldigi icin ancak sabaga karsi uyuyabiliyorum. Bu da sabahlari uyanamama neden oluyor.

Inananiyorum evet! Kar topu oynadigimizda sanki birini daha aramamiz gerekiyor gibi geliyor. Ya da basket maci yaptigimizda... Sarap ictigimzde de... o kadar ozdeslesiyor ki Omer Hayyam'in dizeleri geliyor aklima;

Şarap sen benim günüm güneşimsin!

Öyle bir dolsun ki seninle içim.

Bir bildik görünce beni sokakta:

Ne o şarap nereye böyle? desin.


Olaylara karsi tepkim biraz daha azaldi sanki ama insanlara tahammül derecem de gitgide daraliyor. Haftalardir gormedigim ve zorunlu olmasak gorusmeyecegimiz birinin, ilk gorusmemizde bana sinav notunu soylemesi mesela... Zerre kadar ilgilendirmiyor beni. Bir de 25 yasina gelmis ama hala arkadaslariyla bile konusurken "bana su bardagi VEYİY misin?" diye konusan insanlara tahammul edemiyorum. Eger bu bir kusursa evet en buyuk kusurum tahammulsuzluk...

Sonra bir de su dusunce var tabii. En yakin dostlarimi dusunuyorum. Onlardan birini kaybetseydim aklimi yitirirdim sanirim. Sonra onun en yakin dostlarini dusunuyorum. Ve dusundukce icinden cikilmaz bir hal aliyor durum.

Sonra acaba alkolun etkisi var mi diyorum. İckiliyken yapilacak seyler;
-Eski sevgiliyi arayabilirsin mesela ya da mesaj atabilirsin
- Gidip platonik askina onu sevdigini soyleyebilirsin
- Hic tanmimadigin biriyle sabah edebilirsin geceyi
- Ya da cep telefonunu cuzdanini kaybedebilirisn, hatta ayakta duramayip dusebilirsin bile
ama
- hayatina son vermeyi dusunmeyeceksin asla! Kopruden uzak durucaksin ya da ilaclardan.

Ve hayattan keyif almadigin zamanlarda istersen kendini sigara ve ickiye bogacaksin ama hicbir zaman kacisi bir secenek olarak gormeyeceksin...

26 Ocak 2010

Sensation

Ne beklerken ne olabiliyor degil mi? 1 ay once gelen bir mail ya da bir kac ay onceki bir telefon gorusmesi havalara ucururken, simdi bir de bakiyorsun elinde hicbir sey yok, hem de bugunun gelmesini iple cekerken...

O kadar garip varliklariz ki nasil gormek, nasil duymak istiyorsak oyle algiliyoruz. Ama artik son. Yorum katmicam olaylara...

19 Ocak 2010

İnsan ne ile yasar?

Yakin zamanda, cevrenizde hayatini kaybeden birileri olunca sorular, sorgulamalar artiyor. Zorla tutmaya, tutunmaya calistiginiz hayat iyice agirlasiyor. Sacmalasiyor. Kistiriyor sizi kuyulara.

19 ocak 2010, Hrant Dink'in oldurulmesinin uzerinden 3 yil gecti. Bir yandan amacsizca yasayan bizler, pasif sosyalistler, cigliklarini dile getiremeyen suskunlar ya da cigligi bile olmayan cahiller. Umursamazlar, zevk duskunleri... Dunyaya sadece vadini doldurmaya gelenler. Yasamasinin bir amaci olup olmadigini bilmeyenler, ya da bunu bile sorgulamayanlar. Oyle ya da boyle yasayip gidiyoruz hep berber. Diger yanda Hrant Dinkler, Abdi İpekçiler, Darağacindaki Fidanlar... Gelecege dair umutlari olanlar, gelecek icin planlar yapanlar ve bu ugurda kendilerini ortaya atanlar. Yasamanin hakkini sonuna kadar verenler. Yasamayi aslinda sonuna kadar hakedenler. Bizler bir sekilde yasiyoruz ama onlari yasatamiyoruz, hayatin asil sahiplerini.

Sizce de ironik degil mi?

17 Ocak 2010

Dun aksam ocakbasina gidip, kebap-raki yaptik. Ozlemisim raki masasini. Serefine icmedigimiz kisi, kadehleri tokusturmadigimiz sehir kalmadi heralde. En son Gonul Yazar icin iciyorduk ki raki masasinin en sevdigim yani o an her seyin cok mantikli gelmesi.

Arkadaslarimi, su anki cevremi cok seviyorum. Hic cikinti biri yok aramizda. Mizmizlanan, ortama ayak uyduramayan kimse yok. Birbirini tanimasa bile insanlar hal hatir sormayi, napiyorsun ne ediyorsun demeyi biliyor herkes.

Konusmayi bilmeyen, selam bile diyemeyen bizden degildir zaten. Degil mi???